Geceleri ben ağır, çok ağıt bir taşın altında uyurum.
Gündüzleri hafif, çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım.
Gece beni taş ezer.
Gündüz rüzgâr devirir.
Kanadıkça kanarım.
Hayallerimi o yüzden kanla yazarım.
Sahi, bu düşüş neyin işaretiydi? Arkasından başkası gelmeyecek, katledilen bir ütopyanın mı? Hiç izi kalmayacak bir çağın mı? Boşluğa atılan kitapların, tabloların mı? Bir daha Avrupa olmayacak Avrupa'nın mı? Bir daha kimsenin gülmeyeceği şakaların mı?
Dilimizdeki başka kelimeleri düşünüyorum. Ve başka dillerdeki başka kelimeleri. Onları anlamaya çalışırken insan hayatın anlamını çözüverir. Ama o çözdüğü anlam da o an ayağına, hatta boynuna dolanıverir. O yüzden anlamlar da kelimeler de aslen tehlikelidir.
Düşüncelerini asla değiştirmemekle övünen biri hep aynı doğrultuda ilerlemeyi üstlenen, yanılmazlığa inanan bir ahmaktır. İlkeler yoktur, sadece olaylar vardır.
Duygular her şeyin izini taşır ve mesafeleri kateder. Bir mektup bir ruhtur, konuşan sesin yankısına o kadar sadıktır ki, ince düşünceli kimseler onu aşkın en zengin hazinelerden biri olarak kabul eder.