One two three four the tall man is at the door diye bir tekerleme vardı. Anadolu lisesi hazırlık sınıfında öğrenmiştik yıllar önce. Hatırlayan var mı devamını?
Hay aksi, hep para hep para! Başka laf yok sanki: "Para, para para." Ah! Her ağızdan aynı ses: "Para." Tutturmuşlar bir para lafı. Tekerleme olmuş sanki: "Para.".
Sayfa 58 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
...
Onun hayal kırıklığını fark eden tel gözlüklü doktor Kâmil Beyefendi, "Bak kızım.." demişti, "..bir tekerleme vardır, bilir misin: Çalıydı, çırpıydı ama evimdi. Anadolu da yoksuldur, çıplaktır, bakımsızdır ama vatanımızdır..."
Halk Partisi, içine alacağı adamların mâzisini, ırkını, ahlakını, siyasî düşüncesini hiç dikkate almıyor, yalnız şefe bağlılık istiyor, bu bağlılığın da gerçek olup olmadığını araştırmağa lüzum görmüyordu. Bir şahsın: "Yaşasın Ebedi Şef yahut "Yaşasın Milli Şef demesi makbul olması için yetiyordu. Bulgaristan'a kaçarken öldürülen Sabahattin Ali, Atatürk ve İnönü'ye söven bir manzumesi dolayısiyle hapse mahkum olduğu halde sonradan kendisine devlet kadrosunda iş verilmişti. Çünkü o, Varlık dergisinde, ulu Gazi'ye gönül verdiğinden bahseden bir tekerleme yazmış, zamanın Maarif Vekili Hikmet Bayur da bunu bir sadakat isbatı sayarak bir vatan hainine öğretmenlik gibi bir vazife vermekten çekinmemişti.
Hür Markopaşa · 18 Temmuz 1949 · Sayı: 11
Bu sayının manşeti "Ekmeğimizle Oynamayın!". Tüm Markopaşa sayılarındaki manşetlerin halk dili ile atıldığı görülmektedir. Manşet ve diğer yazı başlıklarında deyim , deyiş, mani, tekerleme ve atasözlerinden geniş ölçüde yararlanılmıştır. Markopaşacıların anlam, vurgu, etkili olma gibi açılardan başarıya böylece önemli katkı sağladıkları anlaşılmaktadır.
Rıfat Ilgaz'ın tüm yapıtlarında kullandığı bu özellikler gazetenin diğer yazı başlıklarında da göze çarpmaktadır: "Halk Böyle mi Sevilir", "Bir Koltuk Tutuştu", "Sen de Kokla!", "Tek Tip Su" ve "Bulgurları Birmiş Olacak" . Son yazı "Şakalar" köşesinde ve bakanları konu ediniyor: "Bakanlar mekik dokumaya başladı; farkında mısınız.? Bayındırlık, Tarım, Ulaştırma, Milli Eğitim ve Çalışma bakanları şuraya buraya dağıldılar. Sonunda İstanbul'a yanlayacaklar. Ama olsun; yine dolaşıyorlar ya! Yalnız. onlar mı yolculukta? Daha büyükleri de geziyor. Halkımız misafirseverdir. Sel, yangın, kuraklık ve emsali felaketler içinde de yine onlara ikram edecek bir acı kahvesi olsun bulunur. Peki ama onlar böyle sürü sepet neye dolaşıyor. İyi niyetlrine inanalım mı? İnanırsak ne ala, inanmazsak onların da buna aldırdıkları yok ya!
Kendilerine ait bir varlıkları da olmadığı için bütün diğerleri gibi, o çocukların tümünün anneleri gibi çağırılıyor; kadın!
O çocuğun annesi bir kadın. Başka çocukların annesinin hiç olmadığı kadar kadın.
Onun annesi bir var, bir yok. Onun annesi bir masal başlangıcı değil, bir tekerleme melodisi değil.
Onun annesi kadın ve bir var, bir yok.
Fransızlarda, “mezar taşları gibi yalan söylemek” gibi bir tekerleme var. Kendi hayat hikâyesini anlatmak da buna benzer. Önce, hafızamızın aynasında sadık akisler aramak ve onları infiallerimizin, egoizmimizin eklediği çizgilerden ayırt etmek kabil mi? Başka bir deyişle kendimizi ne kadar tanıyabiliriz? Belki otobiyografik bir roman kaleme almak caiz ama birkaç sayfada bütün bir ömrün muhasebesini yapmak hem tehlikeli hem abes. Her hal tercümesi bir müdafaanamedir.
Kendimizi tanımak irfanın varabileceği en yüksek merhale.