Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Batılılaşma sürecine girdiğimizden bu yana Türkiye üç kefeli bir terazidir. Terazinin bir kefesi üzerinde yaşadığımız toprakların gayri müslim karakterini öne çıkarma taraftarı olanların doldurduğu kefedir. Bir diğerinde din faktörü belirleyici olmamakla birlikte “yerlilik” ve “biz” duygusu sahibi olanlar yer tutarlar. Terazinin üçüncü kefesinde
Hz. Ebu Bekir: Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından #Abdullah olarak değiştirildiği rivayet edilir. Servetini Allah yolunda harcayıp eski elbiseler giydiği için #Zü’l-hilâl, çok şefkatli ve merhametli olduğu için #Evvâh lakaplarıyla da anılmıştır. Ancak onun en meşhur lakabı #Sıddîk’tır. “Çok samimi, çok sadık” anlamına gelen bu lakap kendisine, Mi‘rac olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiş ve İslâm literatüründe bununla şöhret bulmuştur. Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun devlet yönetimi görevini üstlendiği için de #halîfetü resûlillâh unvanıyla anılmıştır. Bekir adlı bir çocuğu olmadığı halde kendisine Ebû Bekir künyesinin niçin verildiği konusunda kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. (Ansiklopedisiislamansiklopedisi.org.tr/ebu-bekir)
Reklam
Müslümanlar Resûlullah(s.a.s) sağlığında onun hükmüne başvuracak ve vereceği hükmü tereddütsüz kabul edeceklerdir. Onun vefatından sonra da hadis ve sünnetini hakem kabul edeceklerdir. Çünkü müslüman olmak bunu gerektirir.
Otokrasi ve teokrasi bir ve bütündür. Tanrı adına kim konuşacaktır, değilse kanunu kim koyacaktır (zaten buna kimsenin hakkı da yoktur), kişi en fazla kanunu uygulayabilir! Her ne kadar fıkıh alimleri söylemekten çekinseler de halkın "Tanrı'nın dünyadaki gölgesi" olarak gördüğü halife -ya da onun vekili olan sultan- bunu tereddütsüz yapacaktır. Bu anlamda Müslüman ülkelerde iktidar her zaman teokratikti ve hep öyle kaldı. Fakat söz konusu teokrasi bir din adamları kastı tarafından uygulanmadığı için, pratikte [uygulamada] bir miktar yumuşatılabiliyordu.
ALLAH’IN DOSTUNUN DOSTU: EBÛ BEKİR ES-SIDDÎK Mekke’de doğdu. Annesi Ümmü’l-Hayr Selma bint Sahr, Babası Ebû Kuhâfe’dir. Anne ve babasının mensup olduğu Teym kabilesinin soyu Mürre b. Kâ‘b’da Hz. Peygamber’in nesebiyle birleşir. Resûl-i Ekrem’den iki veya üç yaş küçük olan Ebû Bekir kaynaklarda adından çok Atîk lakabıyla anılmıştır. Hz. Peygamber’in, “Sen Allah’ın cehennemden azat ettiği kimsesin” (Tirmizî, “Menâkıb”, 16) şeklindeki iltifatına mazhar olduktan sonra bu lakapla anılmaya başlandığı bilinmektedir. Cahiliye döneminde Abdü’l-Kâ‘be olan adının Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber tarafından Abdullah olarak değiştirildiği rivayet edilir. Servetini Allah yolunda harcayıp eski elbiseler giydiği için “Zü’l-hilâl”, çok şefkatli ve merhametli olduğu için “Evvâh” lakaplarıyla da anılmıştır. Ancak onun en meşhur lakabı Sıddîk’tır. “Çok samimi, çok sadık” anlamına gelen bu lakap kendisine, Mi‘rac olayı başta olmak üzere gaybla ilgili haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından verilmiştir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra ona devlet yönetimi görevini üstlendiği için “halîfetü resûlillâh” denilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı
"Bizim Müslümanlığımız asırları aşıp, çağları geride bırakıp bize kadar ulaştıysa bunun temelinde Asr-ı Saadet'teki müşriklerin şecaati yatar. Bu hükmün de size çok şaşırtıcı görüneceğini biliyorum. Açıklayayım: İslâmiyet'in neşet ettiği sırada müşrikler kalitesiz ve ucuz adamlar olsalardı putlarının ulûhiyetine yapılan bu tecavüzü, yani "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah" sözünü kaale bile almazlardı. Halbuki insanlar putları aleyhine söylenen bir söz üzerine kılıçlarına davranıyor. Demek ki bu adamlar sahip oldukları değerler karşısındaki duyarlıkları itibariyle çok kaliteli adamlar. Değerlerine önem vererek yaşayan insanlar. Bu insanlar Müslüman oldukları zaman aynı derecede İslâmiyet'e önem verdiler. İyi (altın) müşrik,iyi (altın) Müslüman oldu sonuçta. Ve onlar şirk içinde iken dinlerine gösterdikleri özeni İslâm'a gösterdiler. Bu bağlamda Hz. Ömer, hepinizin bildiği gibi, çok çarpıcı bir örnektir. Hz. Ömer'in Müslüman oluşuyla sonuçlanan olay, onun Rasulullah'ı öldürmek niyetiyle yola çıkışıyla başlar. Ve, Ömer, Ömerü'l-Faruk diyoruz ona, bir kabile reisi olması hasebiyle Müslüman olduğu zaman içinde bulunduğu kabileyi parçalamıştır. Kendi kabilesi içinden Ömer Müslüman olduğu için Müslüman olmayı tereddütsüz kabul eden insanlar çıkmıştır.."
Reklam
·
Puan vermedi
Buhranlarımız Said Halim Paşa
Said Halim Paşa 1913-1916 yılları arasında sadrazamlık yapmış İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin fikir ve devlet adamlarından biridir. Tarihin en buhranlı döneminde devlet için çalışmış, İslamcılık akımının önde gelen temsilcilerindendir. Buhranlarımız Said Halim Paşa’nın denemelerinin bir araya toplanıp kitap haline getirilmiş bir eserdir. Eserde Said
Buhranlarımız
BuhranlarımızSaid Halim Paşa · Tercüman Yayınları · 197087 okunma
...İranlı kadınların büyük çoğunluğu gibi ben de İslâm’ın adaletine inanarak 1978-1979 devrimini tereddütsüz destekledim, ancak İslâmcıların iktidarı güçlendikçe ve şeriatı (kendi yorumladıkları biçimiyle) yasalaştırdıkça ben, ikinci sınıf vatandaşa dönüştüm. Bu, ataerki İslâm’ın adıyla meşrulaştırıldığı ve desteklendiği müddetçe benim için, Müslüman kadın için adaletin olmayacağını anlamamı sağladı. ...
Sayfa 102 - Ziba Mir-HosseiniKitabı okuyor
Ne Yapmak İstiyoruz? 1. Her șeyden önce, gerek düşünce yapısında inancında, ahlakında, hislerinde ve gerekse çalşmasında ve gayretlerinde İslam'ı önceleyen kişiler olușturmak istiyoruz. Bu bireysel yapılanmamızdır. 2. Bundan sonra düşünüș tarzında, inancında, ahlakında, hislerinde, çalışma ve gayretlerinde İslam üzere bina edilmiș aileler
Sayfa 94 - Hasan el-Benna, Gençlik İman Ve Cihat s.23-27
"Tüküreyim ben bu işin içine"
Onca milyar ümmetiz, bir ufak şehre 3 tane kamyonu, 5 tane ambulansı sokamıyoruz. Bütün Batı orduları ve devletleri zalimin yanında her türlü uluslararası hukuk putunu yiyerek saf tutabiliyor ancak bu kadar milyar Müslüman bir şehre 3 tane ambulans sokamıyor. Sonra da Endülüs'ü, Sicilya'yı, Deşt-i Kıpçak illerini okur dönemin İslam
Reklam
"Insanlar altın ve gümüş madenleri gibi madenlerdir. Cahiliye devrinde hayırlılarınız fıkhettikleri takdirde (İslâm'a girip onda derinleştiklerinde) İslâm devrinde de hayırlılarınızdır." (Hadis-i Şerif) "İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi madenlerdir." Yani insanlar madenlerin taşıdığı vasıflar gibi vasıflar kesbeder.
Sayfa 38 - Tam istiklal yayıncılıkKitabı okudu
Dünya sistemine bağlanmayı peşinen reddeden her Müslüman, küfr düzeninden şefaat ummayan her mü'min kendi hayatının anlamini nerede bulacağını tereddütsüz bilir.
Mekke ve Medine dönemlerine topluca bakıldığında, her iki dönemde de Müslümanların içinden geçtiği zorlu süreçlerde gelen vahiyler, aynı zamanda Kur'ân'ın nasıl bir Müslüman şahsiyeti inşa etmek istediğini de ortaya koymaktadır. Buna göre iman, sadece Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayı değil, Allah'a güvenmeyi de ifade eder. Dolayısıyla Müminler Allah'a iman eden ve O'na tereddütsüz güvenen kimselerdir. Sadece iman etmekle kalmayıp imanlarının gereğini yerine getirenlerdir.
Sayfa 131Kitabı okudu
162 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.