"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
MÖ 2-3. yüzyılda Midilli Adası’nda yaşadığı varsayılan Longos (Longus) hakkında literatürde çok az bilgi bulunmaktadır. Ünlü eseri Daphnis ile Khloe’yi Yunanca yazan yazarın adı Latince bir kelimedir. İsmi ve yazım dili arasındaki tutarsızlık onun aslında Romalı bir yazarken Midilli adasını ziyaret ettiği ve oradaki izlenimleriyle eserini kaleme
Freud’un ünlü Oidipus karmaşasına veren Oidipusla nihayet tanıştık. Elbette çok duydunuz çok yerden okudunuz. Ne diyordu Freud; çocuğumuz öyle bir yaşa gelir ki karşı cins ebeveynine duyduğu büyük sevgi sonucunda aynı cins ebeveynini saf dışı etmeye çalışır. Bunun için çeşitli durumlar sergiler, krizler geçirir. En nihayetinde süreci iyi yöneten
Sen kendini terkedilmiş bir çocuk olarak mı kabul ediyorsun? Terk edilmiş çocuksun, manevi anlamda ben de öyleyim. Belki de biz insanlar hepimiz terk edilmiş çocuklarız. Doğmuş olmanın anlamı Tanrı tarafından dünyaya fırlatılıp atılmak değil midir?
Dili çok güzel, sade ve akıcı. Altı çizilecek ve alıntı yapılabilecek yığınla satır dolu bir kitap. Şahsen ben okumaktan büyük keyif aldım, yaşamın her alanından izler buldum. Hiç bitmesin istediğim “Bir Delinin Senfonik Dokundurmaları” isimli şiirini aşağıya alıyorum.
-Sevgi,
Kilidi olmayan tek hazinedir.-
-Sevgisiz kalp ışık girmeyen mabet
Size yazıyorum –daha ne denir?
Hem daha ne söyleyebilirim ki?
Şu an, biliyorum, elinizdedir
Hor görüp cezalandırmanız beni.
Bu benim mutsuz kaderimdir,
Bir damla acıyı koruyarak siz,
Elbette beni terketmezsiniz.
Susmayı tercih ettim ben önce;
İnanın: şu rezil yaşamımdan
Haberiniz olmazdı hiçbir zaman,
Bir ümide kapılmış olsam
«Sen kendini terkedilmiş bir çocuk olarak mı kabul ediyorsun? Terkedilmiş çocuksun, manevi anlamda ben de öyleyim. Belki de biz insanlar hepimiz terkedilmiş çocuklarız. Doğmuş olmanın anlamı, Tanrı tarafından dünyaya fırlatılıp atılmak değil midir?»
Asla kimsesiz olmayacaktım söz vermiştin. Krallığında bana sunduğun taht dizlerinin dibiydi. Pis kokan düşlerimle safligimdan afaroz edilerek itildim oysa ayak uçlarına. Saçlarımda gezinirdi parmakların ve ben babasını tanımayan bi kadındım. Her şey için çok erkendi. Yokluk için fazla azdı anlarım. Küçük kadındım ben incinmiş ve terkedilmiş. Oysa kanatlarının altın da süngüsü ellerinde dimdik nöbetteydim. Gerçekten toprak olman şart mıydı. Asla bi ismin ve sıfatın yoktu bende. La zan ve la mekan oldun. Eğer parmaklarını aralayıp toprağını koklasaydım sana tapardim. Sen de tıpkı Tanrı gibi bir kadere mahkum ettin beni. Kollarım kanatlanmıştı oysa ve kırdı düşlerimi oğlun. Her babanın oğlu bir kadının tanrısı mi yoksa. Düşlerim parçalandı ve sesinle sarmaliyordum . Toprakta yeterli can yokmuş gibi gitmen şart mıydı. Senden sonra uzamadı saçlarım. Dediğinde hakliydin hala sevmeyi beceremiyorum. Acı çekiyorum. Son kez duyduğumda sesini bana en benin yabancısıyım dememeliydin. Insan olmayı çok deniyorum ama bu lanet bitmiyor ve ben oğluna baba demedikçe bitmez biliyorum. Son kez dizine dayasaydım başımı ve parkinsondan titremiş ellerinle sarmalasaydin zulufleri. Sana gelmek için acele etmiyorum. Sen gitmekte fazla aceleciydin oysa.
Sen kendini terkedilmiş bir çocuk
olarak mı kabul ediyorsun? Terkedilmiş çocuksun, manevi anlamda ben de öyleyim. Belki de
biz insanlar hepimiz terkedilmiş çocuklarız. Doğmuş olmanın anlamı, Tanrı tarafından
dünyaya fırlatılıp atılmak değil midir?