Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alpullu Şeker Fabrikası, yüksek miktarda şeker üretimi yaparak şeker ithalatını minimum düzeye indirdi. Böylece milli sermayesinin dışarıya çıkmasına engel olarak ülke ekonomisine önemli bir katkı sağladı. Alpullu Şeker Fabrikası için 1926'dan 1938'e kadar 44.797 hektarlık arazi üzerinde 114.648 çiftçiyle pancar tarımı yapılarak 508.127 ton pancar işlendi. Bir ailenin beş kişilik nüfusa sahip olduğu kabul edilirse, Alpullu Şeker Fabrikası özellikle Trakya bölgesi için önemli bir istihdam sahası oluşturdu. Buna bağlı olarak dışa göçü önledi ve nüfus dengesini sağladı. Alpullu Şeker Fabrikasında, 1926'dan 1938'e kadar 939 memur, 11.235 işçi çalıştı. Alpullu Şeker Fabrikası aynı zamanda Türkiye şeker sanayisi için bir okul vazifesi görmüştür. Öyle ki Eskişehir ve Turhal'da yapılmış olan şeker fabrikalarının memur ve işçileri burada staj yaptılar.
Sayfa 123 - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okudu
Özellikle yerli tüccarın yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı Alpullu Şeker Fabrikasında üretilen şekerlere rağbet göstermemesinden dolayı, şirket üyesi Hayri Ipar Bey, Trakya ve Anadolu'nun birçok yerine şeker sevk eden ve yabancı firmalardan şeker talebinde bulunan şeker bayilerinin temsilcilerini şirket merkezine davet etti. Kendilerine, Türk şekerinin, yabancı ülkelerin şekerlerinden kalite bakımından bir farkı olmadığını belirterek bayi temsilcilerini üretilen şekerleri yakından görmeleri için fabrikaya davet etti. Fabrika Müdürü Bay Gutherz, şekerin, nasıl üretildiği hakkında kendilerine gerekli açıklamalarda bulundu. Tacirlerin, niçin Hollanda tipi kristalize şeker üretilmediği sorusuna, Bay Gutherz: "Hollanda şekerinin tıpkısını yaparız, fakat kilo başına birkaç kuruş fark yapar." yanıtını verince tacirler: "Kaça mal olursa olsun, biz bu şekerden isteriz." dediler. Fabrika, bir süre sonra tüccarın istediği Hollanda tipi kristalize şekeri, ince, orta ve kalın olmak üzere üreterek İstanbul'a gönderdi. Tüccar da bunla- rı normal toz şekerlerden farklı fiyata alıp Hollanda şeker çuvallarına koyarak Hollanda kristalize şekeri diye sattılar. Şeker bayileri bundan sonra, Türk şekeri bulundukça yabancı ülkelerin şekerlerini satmamaya karar verdiler.
Sayfa 119 - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okudu
Reklam
Şeker fabrikasının, Alpullu'da kurulma kararının ardından, fabrikanın inşa edileceği arazinin belirlenmesi için çalışmalara başlandı. Üç kişilik bir heyet, 1925 yılının Nisan ayında, Trakya'nın Lüleburgaz kasabasına giderek yöre halkına, şeker fabrikasının kurulması için büyük bir arazi parçasına ihtiyaç duyduklarını belirtirler. Ancak bölgedeki büyük arazi parçalarına sahip olanlar. yörede bir fabrika kurulmasına sıcak bakmadıklarından arazi veremeyeceklerini belirttiler. Muhtelif küçük arazi sahiplerinden, parsel parsel toprak satın almak ise uzun bir zaman gerektiriyordu. Bir hafta sonra, Babaeskili bir şahıs, heyete: "Buradan yirmi-yirmi beş kilometre ileride geniş arazilerim var. Tıpkı buraları gibi düzlüktür ve tren yolu kenarına düşer. Gelip bir görünüz. Beğenirseniz size istediğiniz kadar yeri bedavadan veririm"dedi. Ertesi gün, arazinin bulunduğu Alpullu'ya gidildi. Yapılan incelemeler neticesinde, arazinin şeker fabrikası kurmak için uygun olduğu sonucuna varıldı. Beş yüz küsür dönümlük arazi, Babaeski Tapu Dairesinde yapılan resmî işlemlerle, şeker fabrikası kurmak üzere daha sonra kurulacak olan, İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları Türk Anonim Şirketine devredildi.
Sayfa 106 - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okudu
Lozan Antlaşması gereğince Rum okullarında bulunması gerekenin çok üstünde Yunan uyruklu öğretmenin görev yaptığını ifade eden Papa Eftim, bu öğretmenlerin Yunanistan'dan geldikten sonra herhangi bir pedagoji veya lisan imtihanına tutulmadan bu okullara yerleştirildiklerine dikkat çekerek Batı Trakya'daki okullara yerleştirilen Türk öğretmenlerin ise iyiden iyiye bir inceleme ve ihtimandan sonra ancak işe başlayabildiklerine vurgu yapar. Bununla beraber çocuklarını Rum okullarına gönderen bazı Türk taraftarı Rumların pişman olduklarını ve sonradan çocuklarını Türk okullarına naklettirmek istediklerini söyleyen Papa Eftim, ancak Rum okullarının yöneticilerinin bu konuda velilere bazı engeller çıkardıklarını, çünkü bu yöneticilerin hiçbir Rum çocuğunun Türk kültürü almasını istemediklerini ifade eder.
Sayfa 220Kitabı okudu
18 marttan 25 nisana kadarki zaman, düşmanın keşif ve oya­lama hareketleri ile geçer. Düşman, boğazın geçilemeyeceğini anlayıp, yarımadanın Avrupa kıyılarına asker çıkarma planlarını işte bu arada tamamlar. 25 nisanda ise, önce, yarımada ile Trakya arasındaki Saros körfezine ve Boğaz ağzındaki Anadolu köşesine şaşırtma çıkarmaları yapılır. 26 nisanda Rumeli ta­rafındaki giriş noktasında (Seddilbahir) çıkartma başlar.
Sayfa 240
Boğaz Efsanesi'nden
Efsaneye göre, İstanbul Boğazı'nı Büyük İskender açtırmış. Karadeniz o zamanlar Nuh Tufanı'ndan geriye kalan büyük bir deryaymış. Büyük İskender, Boğaz'ı kazdırıp Karadeniz'i Akdeniz'e akıtmış. Simdi onun neden böyle bir şey yapmaya gerek duyduğunu anlatalım. Eskiden İstanbul Boğazı'nın, Marmara'nın,
Sayfa 35
Reklam
1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti'nin topraklarının üçte birine yakını tahrip olmuş ve Anadolu'da ve Trakya'da yaşayan yaklaşık on iki milyonluk nüfusunun önemli bir bölümünü kadın, çocuk, yaşlı ve savaş malulleri oluşuyordu. Kişi başına düşen milli gelir 108 Türk lirası idi. Gayri safi milli hasılanın, %67'sini tarımsal gelirler, %23'ünü hizmet sektörü gelirleri ve %10'unu ise sanayi sektörü gelirleri oluşturuyordu. Toplam nüfusun %82'si köylerde yaşıyor, halkın %90'ı okuma-yazma bilmiyor ve %80'ninden fazlası geçimini tarıma dayalı faaliyetler ile sürdürüyordu. Ülkede, sermaye birikimi, altyapı, yetişmiş işgücü elemanı ve iş deneyimine sahip olan girişimci bir kesim bulunmadığı gibi; yol ve yön gösterecek, düzenli çalışan bir bürokrasi sistemi de mevcut değildi
Sayfa 19 - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okudu
O güne dek yapılan girişimler içerisinde, en ciddi ve teknik açıdan en ileri seviyede olan çalışma, Müşir Rauf Paşa tarafından 1899'da yapıldı. Kendisi, Uzunköprü'deki çiftliğinde şeker pancarı yetiştirmek için çeşitli denemeler yaptı ve yetiştirdiği pancarları Avrupa'da inceletti. Sonuçların olumlu çıkması üzerine, Trakya'da şeker fabrikası kurmaya karar verdi. Rauf Paşa, bu amaçla Aziz Bey'i, pancar tarımı ve pancardan şeker üretimi gibi bilgiler hakkında eğitim almak üzere Avrupa'ya gönderdi. Diğer taraftan da hükümetten gerekli imtiyazları alarak, yabancı firmalarla temasa geçti. Fakat bu girişim de Mehmed Rauf Paşa'nın ölümü nedeniyle yarım kaldı.
Sayfa 13 - ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okudu
Osmanlı imparatorluğu, Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanıyla karışık emilen bir sağmal idi.
Hatice Gül yazdı... EFELYA'YI BEN DE OKUDUM... Kitapta büyük bir kusur var hocam, 1'i 3'e bölememişsiniz. Gönül koymayın lütfen, bu konuya aşağıda değinmeden edemeyeceğim. "Adamın biri bir gün..." diye başlayan cümleler, buradan Artvin'e yol olur. Adam'ın biri her gün, her saat, her dakika eliyle, eliyle
Reklam
Türk şiirinde ve Türk romanında da memleket ruhuna ve manzarasına çok bağlı eserlerle daha beşerî ve cihanşümûl bir kadro içinde kalanları ayırmak mümkündür; hele Edebiyat-ı Cedîdeden sonra, bilhassa büyük harpten sonra Türk şiirinde de, romanında da memleket ruhu çok galip görünüyor; o derece ki halk şiirlerinden ilham almamış genç bir şairimiz yok gibidir ve vak'ası tamamen, hiç değilse kısman Anadolu'da veya Trakya'da geçmeyen bir romanımıza pek az tesadüf edilir. Memleket ruhu bu mudur? Ayrı mesele. Fakat bu- günkü Türk muharrirlerine hâkim olan ruh budur. Genç Türk edebiyatı fena mânâsiyle kozmopolit olmaktan çıkalı hayli zaman vardır. Eğer edebiyatımızda memleket arayan bazı edebiyatçılarımız bunun farkında değillerse, bu, belki de yine Garp edebiyatiyle bizzat fazla meşgul olarak Türkiye'deki harp sonu neşriyatını takip etmedikleri içindir. Bu takdirde şikâyetlerinin mevzuu yine kendi nefisleri olmak lâzım gelir.
Roma imparatoru Teodosius'un ölüm yılı olan 395'te Hunlar yeniden harekete geçtiler. Akın iki yönde gelişti: Hunlardan bir kısmı Balkanlardan Trakya'ya giderken başka bir kolu da Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya indiler. Hun Devleti'nin doğu kanadı tarafından düzenlenen bu Anadolu akını Basık ve Kursık adlı iki başbuğ tarafından idare ediliyordu. Bu sefer esnasında Romalılar kadar Sasaniler de telaşlanmışlardı. Hun süvarileri Erzurum, Karasu, Fırat vadileri boyunca ilerleyerek Çukurova'ya ulaştılar. Edessa (Urfa) ile Antiocheia (Antakya) 'yı kuşatıp Suriye'ye giderek Kudüs'e kadar uzanmayı başardılar. Sonra aniden kuzeye dönen Hun ordusu Kayseri-Ankara istikametiyle Bakü'ye ulaşıp geldikleri yere geri döndü. 395-396 da meydana gelen bu akınların tarihte Türklerin bilinen ilk Anadolu seferi olarak kabul edilmesi de söz konusudur. Üç yıl sonra tekrarlanan bahsettiğimiz akınlar karşısında Bizans İmparatoru Arkadius'un hiçbir şey yapamadığı bilinmektedir.
Osmanlı imparatorluğu Trakya ' dan Erzurum ' a doğru,koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık bir sağmal idi .
İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı imparatorluğu Trakya'dan Erzurum'a doğru koca gövdesini yan yatırmış memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.
Sayfa 45 - Profil kitapKitabı okudu
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.