Demek, bu diyardan başka bir diyar vardır. Onda bir mahkeme-i kübra, bir ma'dele-i ulyâ, bir mekreme-i uzma vardır ki; tâ şu merhamet ve hikmet ve inayet ve adalet tamamen tezahür etsinler...
Aslen Havasur(Gürpınar)'lu olan Komite Başkanı Leo'nun liderliğinde,Erzincan, Kahnemiran Şidan Kagaziz ve diğer yerlerden gelmiş olan 5.000 kişilik Ermeni çetesi, Darnis-i Ulya(Yukarı Narlıca) ve Darnis-i Sufla köylerine, 500 lira ve 50 kız göndermelerini emretti ve Ruslar'ın İstanbul'u zapt ettiklerini, artık Padişahın olmadığını ve kendilerinin Ermeni olmaktan başka çareleri bulunmadığını ilâve etti. Umutsuz Müslüman halk, istenilen 500 lirayı toplamaya başladı. Bu haydutlar, Kahnemiran(Uzuntekne)'daki 10 evde oturan Müslümanlar'ı katlettikten sonra bir gece, yukarda adı geçen iki köyü kuşattılar. Bunların liderleri, Şidan'lı Mesrob, Kagaziz'li Simon, Surengen'li Bartik, Sokan'lı Bedo idi. Bunlar, evleri ateşe verdiler ve "Yaşasın Ermenistan" nidaları ile halka saldırdılar. 320 kişiden ancak 50'si, karanlıktan faydalanarak katliâmdan kurtulmayı başardı.
Sayfa 103 - Azerbaycan Kültür Derneği YayınlarıKitabı okudu
"Kazak celbeyleyip tâ Rusya’dan, sâdâtı çiğnettin;
Yezîd’in ruhu şâd olsun... Emînim çünkü şâd ettin!
Şehâmet gösterip binlerce beytullâhı bastırdın;
Şecâat arz edip birçok ricâlullâhı astırdın!
Ne Allah’tan hayâ ettin, ne Peygamber’den âr ettin:
Devirdin kâ’be-i ulyâ-yı dîni, hâk-sâr ettin!
Hamâset-perverân-ı kavmi tuttun bir bir öldürdün,
Umûmen Şark’ı ağlattın, umûmen Garb’ı güldürdün...
Hayır, hiçbir gülen yok, sızlıyor Garb’ın da vicdanı,
Görüp ecsâd-ı mazlûmîne meşher hâk-i Îrân’ı!
O Sa’dî’ler, o Hâfız’lar, o Firdevsî, o Râzî’ler,
Gazâlî’ler, o Kutbüddîn, o Sa’düddîn, o Kâdî’ler
Yetiştirmiş; o Örfî’nin, o birçok şems-i irfânın
Ziyâsından tenevvür eylemiş; iklîmi dünyânın,
Bugün makhûr-i nâdânîsidir bir fırka haydûdun!
Nedir pinhân olan esrârı bilmem, bunda Ma’bûd’un."
Sayfa 94 - Beyan Yayınları | Acem Şâhı | *Muhammed Ali Şah, 1907-1909 yılları arasında İran'ı yönetti. Zalimliğiyle ün saldı. Millet meclisini topa tutarak Meşrutiyeti kaldırdı.Kitabı okuyor
Bütün seyahat ve toplantılarımızda Yozgatlı Said Fenni Efendi'nin "Kâşki" redifli bir gazeli, okuduğum şiirler arasında çok hoşa gittiği için belki yüzlerce defa tekrar edilmiştir. Gazel hiçbir yerde basılmadığı için bir hâtıra olarak buraya yazdım:
Gerdern-i billûra ben bir bağ olaydım kâşkî
Simsiyeh yânıp serâser dağ olaydım kâşkî
Hâr-ı cevre sînemi germekten etmezdim hazer
Sen çiçek, ben bir yeşil yaprağ olaydım kâşkî
Gam değildi penbeveş fersûdelensem de bana⁷⁶
Tek leb-i şirinine yaşmağ olaydım kâşkî
Busiş-i la'linden etmezdim ferâgat bir nefes
Sû içerken destine bardağ olaydım kâşkî
Hizmet-i ulyâ-yı yâre sarf ederdim ömrümü
Bin sene dünyâda Fennî, sağ olaydım kâşkî
⁷⁶Gazel, yaşmak devrini tasvir etmektedir. O devri yaşamayanlar "penbeveş fersûdelensem" tâbirinden bir şey anlamazlar. "Pamuk gibi eskisem" demektir. Yaşmak iki parçadan ibârettir. Biri baştan gözlerin üstüne kadar örtülüdür, diğeri aşağıdan gözlere kadar yüzü kapar. Tülbend gibi pamuk ipliğinden olan yaşmağın alt parçasının dudağa tesadüf eden kısmı rütübet ve hava tesiri ile çabuk eskir. Şair, işte bu eskimeyi kastediyor.
Afallayıp şaşkına dönmekten kurtulabilir umuduyla, sık sık geçmiş dönemlerden söz ediyorum sevgili torunuma.
Okumaya özendirmeye çalışıyorum onu.
Çok az kitap okuyor çünkü.
Ona anlattıklarımı, inanılmaz bulurcasına hayretle dinler sürekli.
Hadi Ulya Semih ve Mahmud El- Mahrukî'yi bir yana bırakalım ama, hiç olmazsa yaşanan bunca olay, yurt ve demokrasinin önemini kavramana yetmez mi a torunum!
Kaybetmiş, çökmüş, üstelik de ölmüş bir kahramanın peşinden koşmada hâlâ diretmenin anlamı ne!?
"Bunu yapmazsam, gözümde dünyanın hiç bir anlamı kalmayacak," der bana.
Yaşamı seviyorum. Sırası gelince ölümü de selamlamaya hazırım. Bir yığın öğrenci yetiştirdim. Bugün, bakan olmuş nice öğrencim var. Ruhbanlığa, yaşamdan el etek çekmeye yer yok İslam'da. Dünyayla olan ilişkimi düşünüyorum bazan: Sıcak bir yaz günü, bir ağacın altında bir saat kadar gölgelenen, sonra da o mekana elveda diyerek gözden kaybolacak bir atlıyım. Evet kişi ile dünya arasındaki ilişki sadece bu... Afallayıp şaşkına dönmekten kurtulabilir umuduyla, sık sık geçmiş dönemlerden söz ediyorum sevgili torunuma. Okumaya özendirmeye çalışıyorum onu. Çok az kitap okuyor çünkü. Ona anlattıklarımı, inanılmaz bulurcasına hayretle dinler sürekli. Hadi Ulya Semih ve Mahmud El- Mahrukî'yi bir yana bırakalım ama, hiç olmazsa yaşanan bunca olay, yurt ve demokrasinin önemini kavramana yetmez mi a torunum! Kaybetmiş, çökmüş, üstelik de ölmüş bir kahramanın peşinden koşmada hâlâ diretmenin anlamı ne!? "Bunu yapmazsam, gözümde dünyanın hiç bir anlamı kalmayacak," der bana. Gözlerimin içinde harika güzellikler yakaladığından bahseder. Sonra da gülüp ekler:
"Şu an biricik isteğim, bir ev ve de iyi kötü bir başlık parası!"
Oysa, sevgilimin evindeki durum tümüyle farklı. Büyükbabası, babası, annesi hepsi namazında orucunda insanlar. Benim babamın dinsizliği ise, yaşlılığı ve sayrılığı gibi apaçık ortada. Gerçi, açıkça dinsizim demiyor. Ama dinsizliğini anlamak için davranışlarına ve yaşantısına bakmak yeterli. Öfkelenmeye görsün, dine bile söver! Arada bir benim ve annemin zoruyla, -adeta adet yerini bulsun diye bir belgi olarak tövbe eder. Ancak onun anlayışındaki tövbe şiarının, tövbe belgisinin, yöneticilerimizin ağzından durmadan duyduğumuz entipüften belgilerden zerre kadar farkı yok! Belgiden bol hiç bir şeyin bulunmadığı iğrenç bir çağda yaşıyoruz! Ölen kahraman bile bir yığın belgi yinelemekten alamadı kendini. Belgi ile gerçek arasındaki o amansız uçuruma yuvarlanıp kaybolmuş durumdayız! Ama ya sevgilim? Dindar mı? Değil mi? Namazında niyazında mı? Değil mi? Ya Ulya Semih ve Mahmud El- Mahrukî? Onlar nasıl acaba? Amaaan ben de neler düşünüyorum! Canım Ulvan'ımın benim sevgilim oluşu yeter artar bana. Gerisi, Allah kerim. Birtanem, sürekli yitirilmiş birtakım şeyler peşinde. Neyse, bir gün sorunumuz çözüldüğünde o da bir limana demir atıp durulacaktır elbet. Çoğu kez onun boşa kürek çektiğini düşünürüm nedense.
Bilim, teknoloji ve üretimde mucizeymiş! İyi de kimilerinin malı götürdüğüne, devletin parasını resmen iç ettiklerine ilişkin artık ayyuka çıkmış söylentilere ne demeli? Dr. Ulya Semih ve Mahmud El-Mahrukî'nin açıklamalarına bakılırsa, dönen dolaplar artık akıl almaz boyutlara varmış. Kim doğru söylüyor acaba? Artık her olayda bir bit yeniği arıyorum. Her şeyden kuşkulanmaya başladım. 5 Haziran 1967'den, ülkülerin yitirildiği o tarihten beridir, böyleyim. Gerçekten de, kimilerinin adeta büyülü bir yöntemle, kısacık bir zaman diliminde, inanılmaz derecede zengin oluvermeleri garip değil mi? Zenginlik için de olsa dürüst bir yol seçilse olmaz mı? Kendimi anlayamıyorum. Dürüstlüğe bu denli kafa takmamın nedeni ne acaba? Tüm bunlar yetmiyor gibi, yakın çevremdeki insanlar da benim Rande'yle evlenme meseleme burunlarını sokmuyor mu! Çıldıracağım!
Kitap; heykeltıraş ve akademisyen olan Ulya' nın sergi açılışı için İstanbul'dan Almanya' ya gitmesi ile başlıyor...
Genel olarak konu çok ilgimi çekti diyemem. Çok ağır ilerledi ve yer yer sıkıcı geldi. Ama yazarın karakterlere yaptığı duygusal analizleri, betimlemeleri harikaydı. Birçok cümlenin altını çizerek okudum.
Neyse
"Bazen bir şey oluyor ve insan onun ne olmadığını bir süre sonra görebiliyor."
Özellikle tavsiye edemem ama okursanız da keyifli okumalar dilerim
Taş ve Tenİnci Aral · Epsilon Yayınları · 2005406 okunma
Saltanatta bulunan Osmanlı padişahının annesi için valide sultan unvanı kullanılır, kaynaklar ve resmi beldelerde "mehd-i ulyâ-yı saltanat" tabirine de rastlanır.
“Gerden-i billûra ben bir bağ olaydım kâşkî
Simsiyeh yânıp serâser dağ olaydım kâşkî
Hâr-ı cevre sînemi germekten etmezdim hazer
Sen çiçek, ben bir yeşil yaprağ olaydım kâşkî
Gam değildi penbeveş fersûdelensem de bana
Tek leb-i şirînine yaşmağ olaydım kâşkî
Bûsiş-i lâ'linden etmezdim feragat bir nefes
Sû içerken destine bardağ olaydım kâşkî
Hizmet-i ulyâ-yı yâre sarf ederdim ömrümü
Bin sene dünyâda Fennî, sağ olaydım kâşkî..”
Fennî