Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnsan doğası mı yoksa içinde yaşadığımız kültür mü, şiddet ve saldırganlığı arttırıyor? Saldırganlık ve şiddet sadece kalıtım ve içgüdülerle açıklanamaz. Saldırganlık büyük ölçüde öğrenilmiş bir davranıştır ve çoğu zaman da duruma özgüdür. Tuhaf olan insanın uygarlık sürecinin kötülüğü azaltmak yerine çoğaltmasıdır. Çünkü modern ahlak bencilliği kınamıyor, alçakgönüllülüğe cevaz vermiyor. Gelecek kuşaklar, giderek yoğunlaşan çevre kirlenmesiyle birlikte bizim kurbanlarımız olarak dünyaya gelecekler. Uygarlık dediğimiz şeyin insanın iç denetimi üzerinde yükseldiğini söyleyen Freud’un kemikleri sızlıyor olmalı!
O Atatürk ki,Türk insanının tüm engellemelere karşın sanat ve kültür alanında da güçlü potansını ilk sezenlerin ve uygarlık yarışında sanata ve kültüre bel bağlayıp ona yatırım yapanların başında geliyordu.
Sayfa 138Kitabı okudu
Reklam
Uygarlık ve kültür ne kadar ileri ise kötü dürtüleri bastırma güçleri de o kadar fazladır.
Bir uygarlığın sabit kuralları, disiplini olması gerekir. Bir uygarlık; kanunların üstünlüğü, geleceği önceden görme ve yüksek bir irfan ve kültür seviyesinde bulunma gibi, kendi kendilerine terk edilmiş olan kitlelerin asla ulaşamayacağı şartları gerektirir.
"Her kültür kendisine özgü ifade biçimine sahiptir, bunlar doğar, olgunlaşır, solar ve bir daha geri gelmez... Bu kültürler, bu üst düzeydeki canlı varlıklar, tarlalardaki çiçekler gibi müthiş bir amaçsızlıkla büyür. Bunlar, tarlalardaki çiçekler gibi Goethe'nin canlı doğasının bir parçasıdır, Newton'un ölü doğasının parçası değildir..."
Tarih; uzun, karanlık, sessiz, suskun ve kederli bir kabristandır. Çağlar çağların ardından hep boş, hep soğuk, ölümcül ve karanlık; nesiller nesillerin peşinden hep tekrar ve hep taklit; yaşamlar, düşünceler ve idealler hep geleneksel ve kalıtımsal; kültür, uygarlık, sanat ve iman hep ölüden kalma miras...
Reklam
Efesli büyük Herakleitos'un öğretisindeki gibi ,tüm şeyler ondan gelip ona giden ikili bir yörünge içinde devinirler:şimdi kültür , yetişim,uygarlık dediğimiz her şey ,günün birinde aldanmaz yargıç Dionysos'un karşısına çıkacaktır .
Sayfa 119Kitabı okudu
Küçük Asya ya da Anadolu ile Filistin'in İslam coğrafyasının en hassas iki noktası olarak kaderleri birbirine bağlanmıştır. Bunun kanıtı tarihtir. Filistin, 1000 yıl önce haçlı saldırısına ancak Anadolu çiğnendikten sonra kurban düşmüştü. Haçlı saldırısının önünde İslam'ın ilk savunma siperi de Anadolu topraklarında kurulmuştu. Kudüs'ü Haçlılardan kurtararak Kutsal Topraklar'ı tüm dinlerin özgürce varoluşuna açan büyük İslam komutanı Selahaddin Eyyubi şanlı seferini Anadolu topraklarından başlatmıştı. Filistin, en uzun barış dönemine de, Osmanlı yönetiminde, Anadolu ile aynı İslam vatanının bir köşesi olarak yaşadığı zaman sahip olmuştu. Bugün "Yahudi Haçlılığı" ya da Siyonizm, İslam coğrafyasına Filistin'den saplandı ve giderek kuzeye, Anadolu'ya tırmanıyor. Filistin davası için mücadele edenler sadece Filistin'in kurtuluşu için değil, Anadolu'da İslam kültürünün korunması için de, İslam coğrafyasının bugünkü en ön siperinde mücadele ediyorlar. Türkiye kamuoyu, güney sınırlarının hemen ötesinde olup biteni, İsrail adındaki ejderhayı, Batı sömürgeciliğinin İslam, uygarlık ve kültür düşmanı ahtapot kolunu seyirle yetinebilir mi?
Sayfa 12 - Önsöz, Cengiz ÇandarKitabı okuyor
Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesini durdurmak için bir çare olarak görülen Batılılaşma hareketi, özellikle Tanzimat'ın programsızlığı, bilgisizliği yanı sıra gittikçe hızlanan ekonomik çöküntü yüzünden, bir kültür ve uygarlık buhranıyla sonuçlandı. Hayatımız ikiye bölündü. Batı'nın sanatı, ev eşyası, eğlence tarzları, muaşereti bizimkilerin yanı başında yer aldı. Yönetici sınıfın aldığı kararlarla girişilen bu Batılılaşma hareketi 1923'ten sonra daha da hızlandı ve 'eski' ile bağlarımızı kestik; kendimize özgü yaşayış biçimlerimizi (Tanpınar'ın deyişi ile hayat şekillerimizi) yitirdik; yönetici sınıfın uygun gördüğü yabancı şekiller aldık, ama tam anlamıyla Batı uygarlığına da geçemedik. Oysa "tabii şekilde ihtilal, halkın veya hayatın, devleti geride bırakması ile olur. Bizde ise hayat ve halk, yani asıl kütle, devlete yetişmek mecburiyetinde. Hatta çok defa münevver ve devlet adamı bile... Düşüncenin hazırlanmış yolunda yürümek! En aşağı 1839'dan beri bu böyle" (s. 312).
Sayfa 284 - İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2001, İstanbulKitabı okudu
On bin yıllık kültür ve uygarlık, göz açıp kapayıncaya kadar yok oldu, 'köpükler gibi uçup gitti. '
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.