Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bana tek başına bir kadın veya erkek göster, sana bir aziz göstereyim. Sayıları ikiyi bulursa aşık olurlar. Üç olursa, "topluluk adını verdiğimiz şirin oluşum meydana gelir. Dört kişi olurlarsa bir piramit inşa ederler. Sayıları beş olursa biri dışlanır. Altı kişi olduklarında önyargıyı tekrar icat ederler. Yedi kişi olurlarsa yedi yılda savaşı tekrar icat ederler. İnsan, Tanrı'nın yeryüzündeki yansıması olabilir, ama insan toplumu, şeytanın yansımasıdır ve daima eve dönmeye çalışır.
Sayfa 415Kitabı okudu
Büyük aşkların değeri aşılacak engellerin çokluğundan, sonunun nereye varacağını hiç bilmemekten gelir.
Sayfa 308Kitabı okudu
Reklam
Fakat akşamları anlatılan öyküler hep hüznün yolunda bulurlar kendilerini. Alacakaranlığın tülü üzerlerini örter, akşam bütün hüznüyle yıldızsız bir kubbe yaratır, sonra gecenin karanlığı gelir, kan gibi ağır ağır öykülere sızar ve onları oluşturan güzel, çok renkli kelimeler çok dokunaklı sözlere dönüşür, bizim yaşamımızla bütünleşirler ’’... (Alacakaranlıkta bir öykü)
Sayfa 171Kitabı okudu
Dantele ve Mantıya Bir Başka Bakış Tarzı Bir kadının bir kaşığa kırk mantı sığdırması, göz nuru döküp danteller işlemesi bir açıdan bakınca muhteşem bir şeydir, övgüye değerdir. Ama aynı olaya bir başka açıdan baktığımızda, acaba bütün bunlar, kadının enerjisinin sömürülmesi anlamına gelir mi, onu eve bağlamak için toplumun, bilinçli olmaksızın ortaya attığı zekice bir taktik sayılabilir mi türünden sorular geliyor akla. Kim bilir, belki evet belki hayır. Eski Çin'de kız çocuklarına demir ayakkabılar giydirirlermiş. Bunun görünür sebebi ayakların küçük ve zarif olmasını sağlamakmış. Ama gelişmeleri demirle , sargılarla engellenen ayaklar hiç de güzel gözükmüyoır, kötü kaynamış bir kemik yığınına benziyormuş. Ayakları hu şekilde dumura uğratma*nın alttaki asıl sebebi, o sakat ayaklarla kendi başına evinden uzağa gidemeyen, evine bağımlı, gözaltında kadınlar ortaya çıkarmaktı muhtemelen. Acaba ı:mıntı ve dantel de, kendi içine kapanan, uzaklara bakamayan, okumayan, kendini geliştir*meye vakit bulamayan, bir anlam.da kibarca ayaklarına demir ayakkabılar giydirilmiş kadınlar mı üretti?
Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır. Meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun; ve bir tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. Ben bu kadar kendi zıttıyla beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan bir nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık. Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, "Buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!" diye hediye mi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını haline giren o büyülü hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım. Nihayet şu kanaate vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. Hürriyet aşkı, -haydi Halit Ayarcı'nın sevdiği kelime ile söyleyeyim, nasıl olsa beni artık ayıplayamaz, kendine ait bir lügati kullandığım için benimle alay edemez!- bir nevi snobizmden başka bir şey değildir. Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden, dizimizin dibinden ayırmazdık. Ne gezer? Daha geldiğinin ertesi günü ortada yoktur. Ve işin garibi biz de yokluğuna pek çabuk alışıyoruz. Kıraat kitaplarında birkaç manzume, resmi nutuklarda adının anılması kafi geliyor.
ŞAİRİN OĞLU Babam hasret yağmurun sesine insan yiyen bir hücrede annem dedi dost olmayı bilirmiş orda yatan bir böcekle bir örümcekle kağıttan kuşlar yaparmış masallar gönderirmiş oğluna her gece Ben büyüdüm babam hala içerde size daha çok hapishane gerecek şiir yazıldıkça hapishanelerinizde ve bir çocuk olarak ben babamın suçuyla övündükçe Kime bunca duvar bunca hücre hastalar doktor bekler açlar ekmek okul ister çocuklar karanlıklar içinde gelir dökülür bir gün o ışık kalbimize yüzümüz gökyüzü bizim özgürlük güneşine Arif BERBEROĞLU Gökyüzü Kuşlara Kalsaydı.
Reklam
Şimdi, iyi kötü bir cereyana kapılmış bütün bu insanların önüne çıkıp da "Efendiler, Garpçılık bu demek değildir. Garpçılığı bir eğlence tarzı telakki etmeyiniz. Garpçılık her şeyden evvel bir yapma, yaratma, kurma, iletme ve işletme gücüdür. Bütün bu yaptığınız şeyler hep ondan sonra gelir." diye bağıracak olsanız alemin keyfini kaçırmaktan başka bir işe yaramazsınız.
Sayfa 143 - İletişim YayıneviKitabı okudu
Kuram Türkçe'de teori ve nazariyenin karşılığı olarak türetildi. Teori Yunanca görüş, bakış anlamına gelen 'theoria' kelimesinden gelir. Araplar bu anlama saygı duydular ve gene görüş, bakış anlamına gelen 'nazar'dan nazariyeyi türettiler. Her nedense TDK 2 bin 500 yıllık Yunan ve bin 400 yıllık Arap düşünce geleneğinin aksine bu tuhaf kelimeyi uydurdu.
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.