Nedir şu Haçlı patentli İslam türleri?Ve özellikle günümüzde kullanılan ' ılımlı' 'fanatik' markaları? Bunların hiçbiri İslam değil. İslam, İslam'dır.Yanlız ve sadece İslam. 'Ilımlı'dan maksat, hoşgörü ve insana saygı ise o,gerçek İslam'ın ta kendisidir.Ona yeni bir ad bulma cüret ve kafirliğine ne gerek var? Gerçek İslam'ın insandan hoşgörü
-Bunu ona .
-Niçin sorayım? Evlilik için gerekli olan temel şeyler asalet ve ikbal değil midir?
-Hayır anneciğim güzellik ve namus onlardan önce gelir.
Babaların, yüzleri kararırdı kız çocukları olduğunda, şerefleri incinirdi kız çocuk haberleriyle.. "En iyi damat,mezardır." diyen babalar için, kız çocuğu yüz karasıydı adeta. Kız; yük demekti, ekmek yükü, maişet yükü, namus yükü.. Pek çok baba, dört-altı yaş civarına geldikten sonra, kızlarını site dışındaki bir sahraya götürür,orada ya bir kuyuya atar, ya da diri diri toprağa gömerdi.. Ve annelerin telaştan, kederden bir mum gibi titreyen yürekleri... Eriyen yürekleri annelerin..
"Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz."
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle, "Oğlum." dedi, "..dün akşam Beyoğlu'nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?"
"Evet efendim,
Korkusuz Jean ve arkadaşları, “Bu andan itibaren Yıldırım Bayezid’e karşı gelmeyeceğimize ve ona karşı silah kullanmayacağımıza namus ve şerefimiz üzerine yemin ederiz” deyince, Bayezid Han; “Bana karşı silah kullanmayacağınıza dair ettiğiniz yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz, yeniden ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkanı sağlamış olursunuz. Zira ben, Allahü tealanın dinini yaymak ve O’nun rızasına kavuşmak için dünyaya gelmişim” dedi. (niğbolu savaşı)
Behzat Ç. antilobun son çırpınışlarını ve titremelerini izlerken çatalını masaya bıraktı. Sabah kahvaltısında çeyrek ekmek, vasatî yarım kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir, üç zeytin ve bir kaşık reçel yiyip doymuştu. Pazarları fırsat bulup da TRT'nin BBC den devşirdiği Büyük Kedilerin Günlüğü'nü izlediğinde, zaman zaman eve iş getirdiği hissine kapılırdı gerçi, ama avcının avına uzanmak üzere olduğu o en heyecanlı noktada, mesleki gözlüklerini bir yana bırakır, olayın heyecanına kaptırırdı kendini. Ne pusu kurup taammüden avlanan bataklık aslanlarını yargılar, ne de hızlarına güvendiklerinden sürünün ortasına piyango misali dalan çitalara kızardı. Sonuçta hayatlarını sürdürmek için öldürüyorlardı; para hırsından, namus belasından, birikip de patlayan öfkeden, intikam alma arzusundan ya da psikopatlıktan değil. İntihar süsü vermiyor, şah damardan girdiklerini saklamıyor, leşleri yemiyor, kalanı akbabalara havale ediyorlardı. Kenya'nın Masai Mara'sında Ankara'nın memur işi cinayetlerinden farklı, hesap kitap içermeyen, samimi bir tekinsizlik vardı.
....
silkinip kalkmış ayağa
gel haberi öteden verelim
çıkmış dağlara kendiliğinden
cebbar oğlu mehemmed
fransız'a silâh çekmiş
hür yaşamak uğruna
ırz uğruna namus uğruna
ana için baba ve kardeş için
şu mübarek topraklar
şu mübarek vatan için
....
ÇARESİZ
“Her şey anlamını yitirmiş gibi.
İçimde kocaman bir boşluk var ve ben onu hiçbir şeyle dolduramıyorum.
Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi.”
Başka bir yerde ve zamanda anlatsaydı bunları en azından sesimi çıkarmadan dinler, anlamaya çalışırdım. Ama zamanlama yanlıştı. Çünkü gazete okumuştum.
Ve ne zaman gazete okusam