Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Osman Bey'in bıraktığı manevi miras
Vaktiyle Ertuğrul Bey'e, Selçuklu Sultanı Birinci Alâüddin Keykübad tarafından verilen toprak parçası, bin ilâ iki bin kilometrekare civarındaydı. Ertuğrul Gazi, 4 bin 800 kilometrekare civarına çıkardı. Osman Bey öldüğü zaman ise Osmanlı Beyliği'nin toprakları 16 bin kilometrekareyi bulmuştur. Kırk üç yıl süren amansız mücadele ancak bu kadarına kafi geldi. Ama fethettiği topraklar sıradan toprak parçaları değil, İznik, İzmit ve nihayet İstanbul fethinin işaret taşlarıydı. Her şey Osman Bey'in dehasında şekillendiği biçimde tatbik edilmişti. Önce civar temizlenmiş, düşmana gözdağı verilmiş, büyük uc beyleriyle ve bilhassa İlhanlılarla iyi geçinmeye dikkat edilerek hedefe ağır ağır yürünmüştü. Fetihler rastgele yapılmamıştı. Hepsi de asıl maksada hizmet ediyordu. Civarın temizlenmesinden sonra Mudanya ele geçirildi (1321). Böylece Osmanoğulları hem Marmara'ya çıkmış oldu; hem de Bursa, iskelesinden mahrum edilmek suretiyle düşmeye mahküm bir hâle getirildi. Bütün bunlar Osman Bey'in askeri ve siyasi dehasının nişanlarıdır. Faziletini ise duşmanları bile inkar edememiş, Osmanlılar hakkında çok kere peşin hükümlü olan Hammer bile, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” isimli eserinde, “Fazileti teşkil eden manevi vasıfları olduğu inkar edilemez." demek zorunda kalmıştır.
“Hepimizin içinde bir boşluk bulunur”, dedi Del bir süre sonra. “Buna eksiklik de denebilir. İhtiyaç duyduğumuz fakat itiraf etmek istemediğimiz ya da başka biri tarafından tamamlanana dek farkına bile varmadığımız bir eksiklik.”
Sayfa 178Kitabı okudu
Reklam
Peisistratos'un Tıranlığı
Ateşli bir halk dostu olarak tanınan ve Megara'ya karşı yapılan savaşta kahramanlık gösteren Peisistratos, kendi kendini ciddi bir şekilde yaraladıktan sonra, halkı bunu rakiplerinin yaptığına ve hayatını koruması için silahlı korumalara ihtiyacı olduğuna inandırdı. Konuya ilişkin talebi de Aristion yaptı. Daha sonra, "sopa taşıyıcılar" adı verilen bu korumaları halkın aleyhine kullanarak, Komeas'ın arkhon olduğu, yasaların kabul edilişinin otuz ikinci yılında Akropolis'i ele geçirdi. Peisistratos güvenliği için koruma talebinde bulunduğunda, Solon'un buna karşı çıktığı ve "ben bazılarınızdan daha akıllı, bazılarınızdan da daha cesurum," dediği söylenir. Bu sözleriyle, Peisistratos'un tiran olmaya çalıştığını anlamayanlardan daha akıllı, bunu anladıkları halde seslerini çıkarmayanlardan da daha cesur olduğunu kastediyordu. Solon halkı ikna etmeyi başaramayınca, silahlarını çıkarıp evinin dış kapısının önüne asarak, şimdiye kadar vatanı için elinden gelen her şeyi yaptığını artık çokyaşlanmıştı ve bundan böyle başkalarının da aynı şekilde davranmalarını beklediğini söyledi.
Sayfa 16 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Ama ya eğer, geç bir aşamada olsa bile, o uzun zaman öncesinin olaylarına ve insanlarına ilişkin duygularınız değişirse ne olacak? Şu çirkin mektubum bende pişmanlık uyandırdı. Veronica'nın anne ve babasının ölümlerini anlatması -evet, babasının ölümü bile- mümkün olabileceğini düşündüğümden daha fazla dokundu bana. Onlar icin -ve Veronica için- kalbim de yeni bir duygudaşlık hissettim. Sonra, kısa bir zaman sonra, unutulmuş şeyleri anımsamaya başladım. Bunun bilimsel bir açıklaması olup olmadığını bilmiyorum, yeni duygusal durumların bloke olmuş sinir yollarını yeniden açmasıyla ilgili bir durum. Bütün söyleyebileceğim şu ki, bu oldu ve beni çok şaşırttı.
Sayfa 128 - Ayrıntı YayınlarıKitabı okuyor
Hemen değil ama. Öncelikle Avrupalılar hüküm sürmekte­ dir: çoktan kaybetmiştir ama bunun farkında değildir; yerlile­ rin sahte yerli olduğunu henüz bilmemektedir: onlara eziyet etmiştir ama -sözüne kulak verecek olursak- içlerindeki kö­ tülüğü yok etmek ya da bastırmak için bunu yaptığını söyler; üç kuşak sonra bu zararlı içgüdüleri artık bir daha ortaya çık­ mayacaktır, Hangi içgüdüler? Köleleri efendiyi katletmeye yöneltenler mi? Efendi, kendi zulmünün kendine karşı dön­ düğünü nasıl olur da anlayamaz? Bu ezilen köylülerin vahşe­ tinde, bir sömürgeci olarak uyguladığı vahşeti nasıl görmez? Bu vahşetin onların İçlerine devasızca işlediğini nasıl anla­ maz? Nedeni basittir: Kendi mutlak erkinden ve bu erki yitir­ me korkusundan deliye dönmüş bu zorba, bir zamanlar insan olduğunu hatırlamakta zorluk çekmektedir; kendisini bir kamçı ya da tüfek sanır; “aşağı ırklardın ehlileştirilmesinin onların reflekslerini koşullamaktan geçtiğine inanmıştır. İn­ san belleğini, silinmez anıları görmezden gelir; ayrıca, her şeyden Önemlisi, belki de hiç bilmediği bir şey var: ancak baş­ kalarının bize yaptıklarım derinden ve kökten yadsıyarak şu an olduğumuz kişi oluruz. Üç kuşak, öyle mi? Daha İkincide, oğullar gözlerini açar açmaz babalarının dayak yediğini görduler
Belki de insanlar topluma karışmak için de­ğil, topluma karşı iki kişilik bir savunma hattı kurmak için evleniyorlardır. Belki de çürümeyi paylaşmak için. Kim bi­lir?! Bir seferinde evlilik teklif etmiştim. Evet ya da hayır gi­bi rutin bir cevap bekliyordum, ama başka bir soruyla kar­şılaşmıştım: "Neden?" Beraber çürümek yalnız çürümekten iyidir. Bunun içindi. Bunu söyledikten sonra kabul ettirme­si zor tabii.
Reklam
Jean Liedloff da bu gibi biyolojik bilgileri kitabın girişinde bahsettiğim "beklenti" ile açıklardı. Yani bebek doğar doğmaz, kordonu kesilmeden annenin göğsüne yatmayı bekliyor. Annenin göğsüne, babanın ya da bir başkasının kucağına yatıp yüzlerini görebilmeyi ve "görülebilmeyi" bekliyor. Sanırım bu biyolojik realiteleri böyle yorumlardı Liedloff. Göğüs, çocuğun çıktığı rahimle annenin gözleri arasında, güvende hissettiği yer. Kordon, rahimle bağının hemen kopmamasını ve çocuğun ciğerlerinin aniden hava saldırısı altında kalmamasını sağlıyor. Göğüs, çocuğun karanlık ve güvenli rahimden saldırgan uyaranlarla dolu dünyaya yumuşak bir geçiş yapmasını sağlayan, çocuğu bu yeni dünyasına hazırlayan zemin. Bu zeminden yükselerek "olma" ve sonra "yapma" aşamasına geçiyoruz, aynı bir bitki gibi. Sadece acıktığında değil, korktuğunda, üzüldüğünde, kaygılandığında, rahimdeki "bütün" olma halini özlediğinde de bebeği avutuyor meme. Ve bu beklentilerin karşılanabildiği ölçüde çocuğun potansiyelleri gerçekleşebiliyor.
Cabir B. Abdullah (ra)
"Hendek Gazvesi'nin öncesinde Selman-ı Farisi'nin görüşü üzerine hendekler kazılmaya başlandı. Allah Resulü (sas) de bizimle beraber kazmalar savuruyor, topraklar taşıyordu. Günler geçti, Allah Resulü uzun süredir doğru dürüst yemek yiyememişti. Açlıktan takatinin kesildiği anlardı. Eve gittim hanımıma sordum: 'Evde bir şey var
“Ya ben! Ben ne yapayım?” Ah niçin o sürekli böyleydi? Dünyada sessizlik ve rahatın hep şüpheden doğduğunu görüp kendini üzen şeylerin de hep kendi hayal gücünün, kendi yaptıklarının ürünü olduğunu düşünerek, kendine, ruhuna karşı bir şey yapamadığından kendini düzeltmek için bir çare bulamadığından deliren bir öfke ve kızgınlık duyuyordu. Önce birden uçmak için gökyüzünü yeterli bulmayan bir şiir, bir yüce emel, bir masum arzu ile boğulur, o zaman bir hiç için canını verecek hâle gelirdi. Fakat sonra yine o hiçlerden biriyle bütün uçma arzusu yaralanır, bütün araştırması her şiiri bir yara yapan bütün inceleme melekeleri uyanır, hayatın, dünyanın insanların, ruh ve kalbin ne olduğunu soğukkanlılıkla, kendine karşı bile düşmanca, bir parça bile şiire yenilmeyerek, arzularının ne iğrenç, emellerinin ne gülünç, başarılarının ne miskin, bütün mutlulukların, neşelerin ne kadar süslü olurlarsa olsunlar ne pis olduğunu düşünmekten doğan ümitsizlik ve korku ile yıkılır, sisli, küflü kalırdı. Ah, ara sıra ruhunu heyecanla titreten o temiz sevgi ve şiir sürekli olsaydı... Herkes gibi o da hayatı sade, renkli, günahsız gözlerle görseydi... Hayat onu kollarının arasına alıp tırnakları, dişleriyle paralayarak bu hâle getirmemiş olsaydı...
Sayfa 82 - PdfKitabı okuyor
Buraya niçin geliyorum sanki. Her seferinde aynı yorgunlukta ayağa kalktığım, ve ana yola giden önemsiz yokuşu denize inen dalgalara karşı koyar gibi çıktığım hâlde. Şehre yürümek kolay mı? Oturuyorum öylece. Havanın, denizin, denizdeki hareketin, dizlerime sürtünerek koşan çocukların, sessizlikle önüme bırakılan çayın, motor gürültülerinin, ıssızlık içinde korku doğurarak kayan yelkenlilerin, sağ omzumu ağırlaştırarak ufka inen güneşin, ve gelip giden insanların hayata doğru kımıldatamadıkları bir varlığım şimdi. Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim. Kederli olduğum da söylenemez zaten. - Buna sebep de yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim ne felaket geçirenlerim var. Dedim ya oturuyorum öylece. İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok. - Ağırlıksız duran bedenimi küçümseyeceklerdi. Sonra da birbirlerine dürterek, ya da ilerideki arkadaşlarına göz işareti vererek beni gösterecekler, "Kalbini yok etmişin hâline bakın, hınzır pek de pratik, belli etmiyor hiç." diyeceklerdi. Ama iyi ki yoklar.
Sayfa 164
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.