Felsefe-Düşünce başlığı altında son zamanlarda okuduğum en sığ, derinlikten en uzak, çelişkilerle dolu ve maalesef yine eleştirmeye çalıştığı şeyin bilgisinden yoksun bir kitap olan
“Aşk imiş her ne var âlemde, İlm bir kıyl-ü kâl imiş ancak.”
İnsanoğlunun muğlak bir varlık olduğunu hepimiz biliyoruz. Olmasa bile olması gerekirdi de bana göre. “Anlaşılmak kendini satmaktır.(F.P.)” Bizi anlaşılmaz kılan çok şey var. Ama öyle bir şey var ki her yerde her şekilde karşımıza çıkabiliyor. İnsanın en büyük kıvılcımı: Aşk. Hayatımızı
Kitap 1976 ile 1992 yılları arasında Stephen Hawking'in yazdığı yazıların derlemesinden oluşan bir kitap. Birkaç kısım hariç pek dikkatimi çekmedi, zira içinde benim için "bak bu bilgiyi bilmiyordum yeni öğrendim" dediğim bir yer olmadı, belli bir seviyenin üstündekiler için içinde açıkçası pek birşey yok.
Amma velakin bilmek ayrı
Prado'un yaptığını yapmaya çalıştı: Kendini yabancı birinin gözlerinin içine sokmaya, onun bakışını kendi içinde kurmaya ve bu bakışın içinden bakarak kendi aksini kendi içine almaya. Kendisiyle bir yabancıyla, yeni tanıdığı biriyle karşılaşır gibi karşılaşmaya.
....
Hepsinin karşısında bu aynı tablo vardı; yine de, Prado'nun dediği gibi, hepsi biraz farklı görmüşlerdi, çünkü insanın dış dünyasının görünen her bir parçası biraz da iç dünyasıydı. Portekizli, hayatının bir tek dakikasında bile başkalarının gözüne göründüğü gibi olmadığına emindi; kendi dış görünüşünde -ne kadar tanıdık olsa da- kendisini tanıyamamıştı ve bu yabancılık karşısında büyük bir dehşete kapılmıştı.
“Şeyh babamın vefatından hemen sonra, yeni şeyhin kim olacağını görebilmek için rüyayı bekleyen dervişler, rüyalarında aynı gece, aynı kişiyi görüp, vaziyetin mahiyetini anlayabilmek için sabahın erken saatlerinde kapımı çaldıklarında, gece boyunca vücudumun her zerresine sirayet etmiş şarabın etkisinden henüz kurtulamamıştım.”
Tarık TUFAN’dan
Yıldızlı Gece, Ayçiçekleri, Çiçek Açan Badem Ağacı gibi tabloların ressamıVincent Van Gogh‘un adını duymayan kalmamıştır belki de günümüzde. Kendi tarzı ve kullandığı renklerle kalbimizde taht kuran 1853 doğumlu ressam, ne yazık ki yaşadığı dönemde anlaşılamamış. Başka birçok sanat/edebiyat insanı gibi kıymeti öldükten sonra anlaşılmış. Hal böyle
"Beni öldürdüler, Wene Hala..."
Ölmek üzere olan Santiago Nasar'ın son sözleri bunlardı... Aslında bu cümlenin analizini yaptığımızda kitabı baştan sona özetleyebileceğini söyleyebiliriz. Daha ölmemiş birinin sözleri bunlar. Yaşarken bile öldürüleceği kesin bir şekilde biliniyor. Bunu güncel olaylarla bağlantılı anlatmak gerekirse bunu
Biz İranlılar Şii olarak özgür olmak istiyoruz. Sizin kadar özgür! Toplum düzeni üzerinde konuşmayı istiyoruz, hem de her an hapishaneye gönderilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmadan.
Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş.Onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısalar da; kısaca Ranga Guru derlermiş.Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve