1915’in bahar ayları olacak. Yukardan, Osmanlı ordusunu bozmuş,
Rus ordusu Süphan dağının oralardan top sesleriyle birlikte köye akıyor.
Top gülleleri köyün içine düşüyor.
Güllenin biri de tam köyün ortasında büyük bir çukur açıyor.
Çukurdan sıcak sular fışkırıyor. Top gülleleri gittikçe sıklaşıyor.
Gölün içine de düşüyor. Gölden minare
Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor
Acıyı ve insanlığı çocuklar
Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları
Onların bilgileri getirdi
Elleri önlerine bağlı - duruşları
Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu
Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı
Ki şimendifer
Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu
"...semanın müzeyyen tavanına, güneş gibi ışık verici, ısındırıcı bir lambayı takmak; gece gündüz hatlarıyla, kış yaz sahifelerinde mektubat-ı Samedaniyeyi yazmasına bir nur hokkası hükmüne getirmek ve yüksek minare ve kulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrebleri misillü kubbe-i semada kameri, zamanın saat-i kübrasına bir akreb yapmak; mütefavit çok hilâller suretinde her geceye güya ayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine toplamak, menzillerinde kemal-i mizanla, dakik hesapla hareket ettirmek ve kubbe-i semada parlayan, tebessüm eden yıldızlarla, göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihayetsiz bir saltanat-ı rububiyetin şeairidir. Zîşuura, onu iş'ar eden muhteşem bir uluhiyetin işaratıdır. Ehl-i fikri, imana ve tevhide davet eder..."
"Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah sultan 17′sine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister. Mihrimah yani Mihr-ü Mah Farsça’da “Güneş ve Ay”anlamına gelir.Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.
Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.
Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.
Üsküdar’a sarayın isteği ile 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar 1548′de bitirir. Camiyi yaparken eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.
Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da,pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a. Cami küçücüktür. Minaresi 38 metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse 161 pencere caminin iç güzelliğini aydınlatır, içerdeki sarkıtlar ve minare kenarındaki işlemeler, Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır inasana. İşte aşk’a adanmış iki eser.
Edirnekapı ve Üsküdar’da camileri aynı anda görebileceği Ve 21 mart’ta yani gece ile gündüzün eşit olduğu günde, (21 Mart aynı zamanda Mihrimah sultan’ın doğum günu) manzara şudur: Edirne camiinin tek minaresi ardından kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar camiinin ardından ay doğar! Mihrü Mah=Güneş Ay"
“Ölümün bitmeyen ufkunda yatarken gene sağ,
Bir avuç toprak olurken gene yüksek, gene dağ…”
***
Dolmabahçe sarayı her zamankinden daha sessizdi,
En yakın arkadaşlarının gözleri dolu dolu ona bakıyorlardı,
O günün sabahında herkeste bir huzursuzluk vardı,
Etrafı kalabalık değildi,
Ayağa kalkacak diye umutla bakıyorlardı,
Tüm heybetine rağmen,
BİRDE AŞKI BÖYLE OKUYALIM..
Ne Mecnun Leyla’ya, ne Kerem Aslı’ya, ne de Ferhat Şirin’e ¨seni seviyorum ¨ demedi. Divan edebiyatı şairleri, binlerce muazzam aşk şiirleri yazdılar ama hiçbir zaman ¨seni seviyorum¨ demediler. Çünkü aruz kalıplarıyla ¨seni seviyorum¨ denilemiyordu. Lakin, ¨seni seviyorum¨ demenin binbir türlü yolu vardı. Şiirler