Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bazen bütün insanların boynuna sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret falan değil... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı.. .(içimizdeki Şeytan- Sabahattin Ali)
452 syf.
2/10 puan verdi
Kesinlikle puanlarını hak eden bir roman değildi. Sürekli bir şeylerin bekleyişi ile okudum romanı ve her bir bölüm bittiğinde de hüsranla doldum. Evet 1890'ların İnglitere ve Amerikasından alınan kesit oldukça detayıyla ele alınmıştı. Yaşam tarzı, ilişkilerin işleyişi, sosyal ve ekonomik yapı. Özellikle konut dekorasyonu ve moda konusunda detaylar zirvedeydi. Ama karakterler bazında ben derin bir boşluk hissettim. Kim kimi ne boyutta seviyor, kim aslında ne denli güçlü ya da ne denli yıkılmış ya da ne denli bayağı hep biraz daha davranışsal, sözel tasvirlerle pekiştirilmesine ihtiyaç duydum.Karakterleri gözümün önünde canlandırma konusunda da verilen doneler yetersizdi. Bir bakıyorsunuz kızın saçları şöyle muhteşem endamı böyle muhteşem bir bakıyorsunuz kız güneş nedeni ile yüzünü buruşturduğunda korkunç bir görünüme bürünüyor! Olayın özünde tabi ki Amerikalı bir genç kızın İngiltere'de düşes olma yolculuğu vardı ama bu süreci gerçek kılan ise kızın aşkıydı. Ne yazık ki büyük mücadelelerle ilerleyen bu aşk hikayesi de okuyucuyu doyurucu değildi.Dediğim gibi düşes romanı benim için hüsranla dolu bir romandı.
Düşes
DüşesDaisy Goodwin · Ephesus Yayınları · 201150 okunma
Reklam
384 syf.
8/10 puan verdi
erdoğan Aydın'ın bütün kitaplarını okumayı düşünüyorum.Bu kitapta da bilmediğim çok şey öğrendim.Gemilerin karadan yürütülmesinin imkansız olduğunu belirterek olayın iç yüzünü aydınlatıyor.
Fatih & Fetih
Fatih & FetihErdoğan Aydın · Literatür Yayıncılık · 201247 okunma
"Gurbette, yabancı diyarlarda gibiyim; yerime, evime, kaynağıma dönmek arzusunun bir açlık gibi içimi bayılttığını duyuyorum. Aynı İstanbul'un içinde İstanbul'u arayarak ve artık bulamayacağımı pek iyi anlayarak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Ben İstanbul'un, eski İstanbul'un, o şahsiyetli ve güzel İstanbul'un iç yüzünü afacancasını tanıyan bir evladıydım; onu ben ne iyi anlardım... Sanki o da bana ayrıca, herkese yaptığından fazla yüreğini açardı. İşte ben, bu pek iyi tanıdığım ve pek çok sevdiğim vücudu kaybettim. Ona yanıyorum, onun hasretini çekiyorum."
Çok öskedim seni. Öskedim, bizim doğu dialektinde özledim demektir. Neyini, nereni, hangi halini desem ki? Sesini öskedim örneğin. Yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü, öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. Şükür varsın. Oturup “nasılsın” diye açabilir insan. Sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan. Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni. Yemeyip-içmeyip, yatmayıp-uyumayıp, seni anlatmalı bu yürek. Senden bir ricada bulunucam ama en iyisi şimdilik susmak. Mâdem sen sözünde durmadın ben de sürpriz yapıcam! Şaşırtıcam seni! Hem böylesi şeyler gevezeliğe gelmez, tadı kaçar sonra... Gene de ödeyemem. Böylesi daha güzel. Sana mahkûm kalmak güzel. Gözlerinden öperim. N’olur yaz.
"Yüzünü avuçlarımın arasına alabilmek. Bilirsin, bu öyle sıradan bir eylem değil. Bu, bütün mutlulukların ellerime inme şeklidir."
Reklam
Seni fark ettiği an geniş bir gülümseme kaplıyor yüzünü.. Sadece ağzıyla değil, burnuyla, alnıyla, yük çeken omuzlarıyla beraber, bütün mahalleye yayılan bir arzuyla gülümsüyor.. Güzel bir ülkeye bakıyor sanki.. Gözlerinde pırıltılı bir sadakat.. Bu kusursuz an gelip geçtiğinde iyileşmeyecek bir yara açılıyor içinde.. Elinde fotoğraf makinesi, nereye gidersen git bu gülüşü asla yakalayamayacağını henüz bilmiyorsun...
Hüsamettin Albayım bir de saçlarını boyuyor. (O pis renkli sıvı ile.) Beyaz kılların arasını, kahverengi lekeler kaplıyor. Her gün tıraş oluyor. (Tıraş olurken yüzünü kesiyor, kesikler kabuk bağlıyor. Bütün bunlar kimin için?) Boynuna dar gelen gömleğinin üst düğmesini kaparken, gerdanının buruşukları, gömleğin içine sıkışıyor; boyun, katlanmış bir kağıt gibi kırışıyor. Ne olur konuşun albayım, dayanamıyorum.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı; nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin yüzünü göstermesini beklerdim...
Bir gün, güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar ve dediler, 'haydi denize girelim.' Giysilerini çıkartıp suda yüzdüler. Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp, güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı, kendi giysilerini bulamadı; ama çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti güzellik. O gün bugündür, erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır. Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardır ki, gözlerinden tanırlar çirkinliği.
Reklam
Annemden zayıf bir feryat yükseldi. Prim yüzünü ellerinin arasına gömdü. Fakat ben kendimi daha çok ekranda gördüğüm kalabalıktaki insanlar gibi hissediyordum: Biraz şaşkın. Mevcut galipler havuzu ne demekti? Sonra ne anlama geldiğini anladım. En azından benim için ne anlama geldiğini. 12. Mıntıka'nın aralarından seçim yapılabilecek üç galibi vardı. İki erkek... Bir dişi... Arenaya dönüyordum.
Gitmek... Bazen bir şehirde eski bir tahta masa ve sandalyeye sırtını vermek için; yüzünü bir ağacın gövdesine, bir şehrin ışıklarına ya da denize güneşe verebilmek için gitmek... Elinde sıcak bir çayla sessizliğin, kimsesizliğin içinde iyi şeyler doğurup kötülükler öldürmek için... Susmak için, susmak! Ama hep konuşmak kendinle, içindekiyle hesaplaşmak...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.