Bizim gibilerin derdi bize yapılanlarla değil, bizim kendimize yaptıklarımızla. Haddini aşmış, bentleri yıkmış, dört bir yanı istila etmiş “her olandan ben sorumluyum” duygusuyla nasıl baş edeceğiz ? Her yana sinmiş, yapış yapış utancı nasıl çıkaracağız gönül hanemizden ?
Ne gariptir ki bu münkirlerin çoğu , güzel eserlerin hayranı ve mesela mahirane çizilmiş bir tabloyu görünce “efendim ,harika harika” diye ressamını alkışladıkları halde,bu küçücük dünyada milyonlarca tablo gösteren O büyük Kudret Sahibine karşı gaflet içinde bulunuyorlar
Halbuki İslam, dünyaya sükunet ve hürmetle bakar. O dünya hayatına tapmaz; fakat onu, daha yüce bir hayata geçiş yolculuğu üzerinde bir muvakkat konak olarak görür.
Teslimiyet; vazgeçmek, bırakmak değil, bir seçim yapmaktır. Hayatı olduğu gibi bütün sevinç ve kederleriyle, acı ve tatlı sürprizleriyle kabullenmek. “Yalnızca nedeni görmek istediğinde göz kör olur” diyor Mevlana
Sessiz bir şekilde ,Yaratıcı ile ilişkilendirilemeyince tüm sevgilerin, aşkların, ilgi görmelerin, takdir edilmelerin bir oyalanma olduğunu o da onayladı
Zevklerimizin, ıstıraplarımızın, meyil ve arzularımızın bütün bir ömür boyunca yanlışsız olarak cevaplandırmak zorunda bulunduğumuz birer sorgu olduğunu ah bilsek, bir bilsek…
Biz iyi ihtimalle, beşerliğimize takılıp tökezlesek de teslimiyet ipine tutunup O’nun izni ve inayetiyle yeniden ayağa kalkanlarız.
Bizi inşa eden yapıp ettiklerimizdir. Hayatın sonu gelmez teklifleri arasında neleri seçtiğimizdir.
Modern insanın darkafalılığı en fazla her şeyin anlaşılabilir olduğu kanaatinde kendini gösteriyor. Akıllılığı, bilgisi ve bilgi olarak telakki ettiği bilgisizliğinin bir toplamıdır. En büyük sır karşısında bile kendini beğenmiş ve mağrur davranıyor.
İstikbal ve pratik insani çabalar bakımından İslam bedenen ve ruhen ahenk içinde bulunan insanları yetiştirmek ve kanunları ile sosyo politik müesseseleri bu ahengi muhafaza edecek şekilde kurulmuş olan bir toplumu meydana getirmek için yapılan bir çağrıdır.
Nasıl gözlerimiz görmeye, kulaklarımız duymaya yarıyorsa, insan yüreği de zamanı algılamaya yarar. Kör bir insan için gökkuşağının renkleri be sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanmayan zaman da boşuna gider, kaybolur. Ama ne yazık ki düzgün çarpmasını bildiği halde kör ve sağır nice yürekler vardır.
İnsan, yaşamanın, insan olarak yaşamanın, insan olarak var kılınmış olmanın sevincini öyle köklü bir yerden hissetmeli ki o facialar ve felaketler içinde bile, ölüm anında bile, evrene gülümseyen gözlerle bakmayı terk etmesin
Hayat, bize başlangıçta verilen renklerle bizim yaptığımız bir resimdir. Kullanabileceğimiz renkler bizim seçimimize bırakılmamışsa da o renklerle nasıl bir resim yapacağımız tamamen bize kalmıştır.
Memnuniyetsizliğimizin kaynağı, isteklerin katsayısını yukarı çekme çabamız sürekli yenilenirken bunu önleyen diğer katsayının hareketsizliğinde yatar.
Köleler ağır koşullarda çalışıp ölürken Fransa’da edebiyat, sanat, bilim ve felsefe gelişiyordu. Köle olmayı reddeden insanları öldürenler sanatta yeni akımlar keşfediyorlardı.