Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kampanya: Atsız Affedilmelidir! Atsız'ın hapse atılmasıyla ilgili ilk protesto bir Alman bilim adamından gelmiştir: Dr. Heinrich Georg Baum. 20 Kasım 1973'te Bon'daki Türkiye Büyükelçisi Vahit Halefoğlu'na yazdığı bir dilekçede olayı protesto ettiğini ifade ediyor, Cumhurbaşkanı'na da bir dilekçe yazdığını belirtiyor ve
Atsız Affediliyor: Af kampanyası nihayet neticesini vermiş, yukarıdaki yazı, rapor ve dilekçeleri de gören Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk 21 Ocak 1974 tarihinde Nihal Atsız'ı affetmiştir. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı'nın imzalarının bulunduğu 13020 sayılı af kararının metni aşağıdadır: "1-Milli duyguları zayıflatmak için
Reklam
04 Şubat 1974 tarihinde Atsız, Cumhurbaşkanı Korutürk'e de kısa bir teşekkür mektubu yazar: "Sayın Fahri Korutürk" "Cumhurbaşkanı" "Ankara" "Paşa Hazretleri," "Hakkımda gösterdiğiniz lûtufkârlıktan dolayı teşekkürlerimi, saygılarımla birlikte arz ederim." "Bir Çarkçı Kolağası'nın torunu" "Bir Güverte Binbaşısı'nın Oğlu" "Nihal Atsız" Cumhurbaşkanı Korutürk'ün 07 Şubat 1974 tarihli cevabı şöyledir: "Sayın Nihal Atsız" "4 Şubat 1974 tarihli mektubunuzdan bir Çarkçı Kolağası'nın torunu ve bir Güverte Binbaşısı'nın oğlu olduğunuzu öğreniyorum. Bu iki meslek terimi bana harp bahriye... ...lerimi açtığım günlerin havasını ve âlemi... Size torununuzu bol bol sevebilme... ömür ve esenlikler diliyorum." 114 (Körüklü-Yavan 2000: 82).
Zeki Velidi Togan'ın Vefatı: 26 Temmuz 1970'te Zeki Velidî Togan vefat etti. Togan, Umumi Türk Tarihi alanının en büyük ismi idi; Atsız'ın hocasıydı; 1944'teki 23 sanıktan biriydi ve en ağır cezayı almıştı. Atsız'la münasebeti de hiç kesilmemişti. 29 Temmuz 1970'te Turan Kekevi'ye yazdığı mektupta Atsız şöyle diyor: "Senin anlayacağın, 1944 Türkçüleri artık miadlarını doldurdular. Dün Zeki Velidî'nin cenaze töreninde bulunduk. Zaten o da Türkçülere göre çok yaşlı idi (81-82). 1944 yârânından şimdi en yaşlı, Orhan Şaik ile ben varım." (Hacaloğlu 2013: 119). Togan'ın cenaze namazı 28 Temmuz 1970 Salı günü Beyazıt Camii'nde kılındı. Meslektaşları ve talebeleri cami avlusunda toplanmışlardı. Bir öğretmen binbaşı İzmir'den gelmişti. Yeni Türk Edebiyatı profesörü Niyazı Akı, Ege kıyılarından. Öğrencilerinden Ahmet Bican Ercilasun da oradaydı. Atsız'ın hüzünlü yüzünü uzaktan seyrediyordu. Nice yılların beraberliği işte sona ermişti. Genç asistan, Atsız'ın yüz çizgilerinde bu beraberliğin izlerini arıyordu ve sanki o izleri görüyordu.
O günden altmış yıl sonra bu sefer annem beni değil, ben annemi kaybettim. Aniden öldü, acı çekmedi, 82 yaşındaydı, bu dünyada artık yetim kalmıştım. Onun ardından güzel bir mektup yazdım. Bu mektubu kilisede tabutunun başında okudum. "Zor bir hayatın sonuna gelip aramızdan ayrıldığın bugün, sana çok güzel geçirdiğimiz eski anneler günlerinde yaptığım gibi son bir kez hoş sözler söylemek istiyorum. Bizimle, ailenle gurur duyduğunu biliyorum; bugün ise çocukların ve torunların, senin gibi bir anneleri ve büyükanneleri olduğu için çok gurur duyduklarını herkesin duyabileceği kadar yüksek bir sesle söylüyorlar. Son çıkan kitaplar, gösterime yeni girmiş filmler üzerine seninle konuşmak o kadar zevkliydi ki... Zihnin ve ufkun o kadar genişti ki artık bir parçası olmadığın çağımızı anlamakta hiç zorlanmadın,damarların yaşlansa da fikirlerin hiç yaşlanmadı. Senin sayende belki bizlerin de birer aptal olarak ölmeyeceğini ümit ediyorum. Roland Barthes annesinin ölümünden sonra, 10 Mayıs 1978 tarihinde şöyle yazmıştı: "Anneciğimin ölümüyle içine düştüğüm yalnızlık, onun hiç katkısı olmadığı alanlarda, çalışma alanlarımda tek başıma bırakıyor beni. Bu alanlarla ilgili saldırıları (yaralayıcı sözleri), kendimi eskiye göre daha yalnız, daha terk edilmiş olarak çok kötü biçimde hissetmeden okuyamıyorum [...]
Sayfa 134Kitabı okudu
Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafindan gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı! Nisa 82.
Reklam
Bir insana tavsiyeler
1. Utanç bir prangadır. Kendini azat et. 2. Yeteneklerin hakkında endişelenme. Sevme yeteneğin var. Bu yeter. 3. Diğer insanlara karşı nazik ol. Evrensel boyutta onlar sensin. 4. İnsanlığı teknoloji kurtarmayacak. İnsanlar kurtaracak. 5. Gül. Sana yakışıyor. 6. Meraklı ol. Her şeyi sorgula. Şimdinin gerçeği gelecekte bir hikaye olacak sadece. 7.
Sayfa 261Kitabı okudu
Yasin Suresi 82. Ayet
Onun işi, bir şeyi yaratmak isteyince, ona sadece “Ol!” demektir, o da hemen oluverir.
Sayfa 446 - Yolcu YayıneviKitabı okuyor
Denetlemeler, olağanüstü büyük ölçülerde gerçekleştirilen mizansenlerdir. Gerektiğinde üç bin yatak çarşafı bir saat içinde değiştirilip, kirli ve delik olanlar denetleme sonunda yeniden serilir. Gerektiğinde er ve erbaş buharlaştırılır. Denetlemenin sorunsuz geçmesi için yapılmayacak şey, söylenmeyecek yalan yoktur./Syf.82
İslam, evrimsel süreci reddeder.
Evrimi reddeden din mantığı, Yasin-82'de de şöyle ifadesini buluyor: "O'nun işi, bir şeyin olmasını istedi mi ona sadece 'ol' demektir, o da hemen oluverir" Oysa bilimsel yaklaşım, şeylerin oluşumunu birbirine karşı görece farklılıklar gosterse de belli nicel birikimler sürecine bağlı olarak açıklar. Yani şeyler bi anda ve doğaüstü bir gücün keyfiyetine göre değil, iç ve dış koşullarla belirlenen bir evrim sürecinde oluşur ve dönüşürler. Tanrı'nın 'ol' deyişiyle yoktan var olmadıkları gibi vardan da yok olamazlar. Kendi içlerinde sürekli bir hareketlilik gösterip belirli koşullara bağlı olarak nicel birikimler sonucu bir nitelikten diğer bir niteliğe dönüşürler. Dolayısıyla, "Allah'ın yarattığı değiştirilemez" ve Tanrı "istedi mi ona sadece 'ol' der, o hemen oluverir" cümlelerinde ifadesini bulan din mantığı, bilimsel mantığın tam karşıtıdır. Kaldı ki "kader"in mutlak inanç olduğu bir felsefede, bilimsellik ve bilim yönelimi de söz konusu olamaz.
Reklam
1940'ların Sonları ve Atsız: 1948 sonlarında Atsız, Yeni Sabah gazetesine yazılar da yazmıştır. 03 Ocak 1949'da İsmail Hakkı Yılanlıoğlu'na yazdığı mektupta şöyle diyor: ( Bu mektup, Hacaloğlu'nun Atsız'ın Mektupları kitabında yoktur.) "Ben 15 aydır Yeni Sabah gazetesine yazı yazıyorum. Haftada bir yazı koyuyor ve
"Ben ezeli bir mağdurum, coğrafi kader, siyasi kader, biyolojik kader... Anlaşılmadım, anlaşılmadım, anlaşılmadım... Hayatım bir bozgunlar silsilesi. Hiçbir kavgam zaferle taçlanmadı. Ben ezeli bir mağlubum." (sf.74) ***** Burada mazlum bazen, evet Türk-İslam medeniyetini, yenik düşmüş bir Osmanlı'yı, haysiyetini yitirmiş bir "bu ülke"yi, gurur kırılmış bir "biz"i, hatta doğrudan doğruya fikir savaşında yenik düşen Meriç'in kendisini anlatır. Ama bazen de çok daha geniş bir Doğu'yu, Avrupa'nın talan ettiği aç Asya'yı, hatta iyice genişleyip bütün dünyanın "makhur* ve mağlup kavimler"ini, hakir görülmüş ve yenilmiş, esir düşmüş ve aşağılanmış, tarih denen savaşı kaybettikleri için kendilerini ifade etme hakkından mahrum bırakılmış halklarını anlatır. O halde Meriç'in yazdıkları en azından böyle bir mağlupluk çerçevesinden değerlendirilmeyi hak eder. (sf. 82) * Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış.
Metis Yayınları, 1. Basım, Mart 2008Kitabı okudu
" Eğer bir şey sana çirkin görünüyorsa daha iyi bak. Çirkinlik bakan gözün başarısızlığıdır. " 82.
Sayfa 266 - DomingoKitabı okudu
Anlaşıldığına göre Türkçü parti konusu bir süre daha Türkçü çevrelerde konuşulmaya devam etmiştir. 14 Kasım 1947'de 3. sayısı yayımlanan Kızılelma dergisinin kapağında Atsız'ın resmi ve "Atsız'la Konuştum!" manşeti vardır. Mustafa Müftüoğlu'nun yaptığı mülakatta Atsız'ın söyledikleri hayli ilgi çekicidir: "Bugünkü Türkçülük vuzuhsuz bir fikir cereyanı, Türkçüler de başbuğsuz ve disiplinsiz büyük bir başıbozuk ordusudur. Türkçü olduğunu iddia edenlerin bir kısmı Türkçülüğün ne olduğundan habersizdir. Bir kısmı Türkçülüğü yalnız Müslümanlık sanmaktadır. Bir kısmı da Türkçülüğün Kemalizm olduğunu iddia etmektedir... Bugün ise Türkçülüğü başıbozukluktan kurtarmak için onun bir siyasî parti haline gelmesinde mutlak bir zaruret görüyorum." (Deliorman 2013: 81-82).
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.