Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sümeyye kurt

Sümeyye kurt
@Smyybs
Sıkı Okur
Fikri hür, vicdanı hür, agnostik ilahiyatçı, Öğrencilerim ve ben.
Adalet uygulamıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa, sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki?
Reklam
Şeylerin ve koşulların, insanların onlar hakkındaki dü­şüncelerinden etkilenebileceğini, ilkin antik filozoflar keş­fetmişti. Daha Epiktetos, olup bitenlerin anlamlandırılmasının insanın iktidarında olduğunu biliyordu, insan berbat bir şeyi onla yaşanabilir kılacak şekilde yorumlayabilirdi, çün­kü başımıza gelen değil de onun hakkındaki kanatimizdir canımızı sıkan. Ama her şeyi istediğiniz gibi anlamlandır­amazsınız. Bardakların her zaman yarısı dolu veya yarısı boş olmaz, bazen de tamamen boş olurlar.
İngilizce çalışırken takındığım tavır.
İngilizce dünya için -düş kırıklığına uğramak ve nefret edilmek için kullanılan bir dil.
Sayfa 65 - Metis yayınlarıKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Masalda ki gökten yağan gümüş paralar gibi insanın kuca­ğına düşen mutlu tesadüfleri kabullenmekte büyük bir ma­rifet yoktur. Asıl büyük yaşama becerisi, talihin gölgeli Ya­nında lazımdır insana, gökten bahtsızlık yağarken, herhan­gi bir şeyi kabullenmek zor geldiğinde.
Ruth'un sınırı, ufkunun sınırıydı ve sınırlı beyinler ancak başkalarındaki sınırları görürdü.
Reklam
Bütün güç kitaplardaydı ve eğer bir şeyler başarmak istiyorsa bunu karada yapmalıydı.
"Ben keyif aramıyorum. Tanr'ıyı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum. Günah istiyorum. " Aslında siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz."
Sayfa 238Kitabı okudu
"Öyleyse Tanrı'nın olmadığını mı düşünüyorsunuz?" "Hayır, büyük olasılıkla bir tane var." "Öyleyse niye?" "Fakat farklı insanlara farklı gösteriyor kendini. Modernlik öncesi çağlarda kendini, bu kitaplarda tarif edilen biçimde gösteriyordu. Şimdi ise..." "Şimdi nasıl gösteriyor kendini?" "Kendini yokluk şeklinde gösteriyor; sanki hiç yokmuş gibi." "Bu sizin suçunuz." "Uygarlığın suçu diyelim."
Sayfa 232Kitabı okudu
Bir dostun temel işlevlerinden biri, vermek istediğimiz, ama düşmanlarımıza uygulayamadığımız cezaları (daha yumuşak ve sembolik bir biçimde) çekmektir.
Sayfa 183Kitabı okudu
İnsan mutluluk konusunu düşünmek zorunda olmasa, yaşam ne kadar eğlenceli olurdu.
Sayfa 182Kitabı okudu
Reklam
İnsanın birleştirdiğini ayırmaya doğanın gücü yetmez
Bir çini parçasında bütün hasretlerimiz! Kalmadı Anayurt'da bir tek yeşil yerimiz,
Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi. Herkesle uzaktan hoşbeş edip geçmeli. Can gözünü açınca görüyor ki insan En büyük düşmanıymış en çok güvendiği.
Sömürgeci imparatorlukların büyümesi giderek daha çok önem kazanıyordu. 1800'lerde ilk kez küresel okyanus ekonomisi ortaya çık­mıştı ve tüm dünyada ticaret yapan -ve bunun için savaşıp entrikalar çeviren- bir uluslararası ticaret topluluğu mevcuttu.
Reklam
17. yüzyıl başı ve ortasında meydana gelen felaketler yüzünden pek çok ülke ve bölgenin nüfusunda duraklamalar ve gerilemeler ya­şandı. Londra'da 1665'te çıkan büyük veba salgını ünlüdür ama bunun yanında İspanya, İtalya ve Almanya'da 1630'larda büyük salgınlar çıktı. Nüfusun artmasını engelleyen bir diğer bölgesel unsur zaman zaman ortaya çıkan kıtlıktı. Almanya'da 17. yüzyıl ortalarında yamyamlık vakaları olduğunu biliyoruz.
Modernitenin başlangıç noktalarından biri insanların zihnindeki değişimdir. Bu değişimin belki en belirgin uç noktası felsefi düşünce biçimiydi.
Bu dünya ve öbür dünya konusundaki temel Hıristiyan düalizmi, bütün kuşakların benimsediği dünya ve cennet ayırımı, büyük değere sahip bir kültürel tahriş edici haline geldi. Bu vizyon sonunda yeni ve eleştirel bir algı içinde laikleştirilebilir, elde olanla olabilecek arasındaki, ideal olanla mevcut durum arasındaki çelişki işlene­ bilirdi. Aslında Hıristiyanlık kendisine karşı kullanılacak bir öz salgılamıştı zira sonunda laik aklın bağımsız ve eleştirel duruşunu mümkün kılıyordu. Bu gelişme Aquinas ve Erasmus'un bilip paylaştığı dünyadan tam bir kopuş demekti.
Müslüman dünyadan aktarılan metin ve yorumlar vası­tasıyla hakkında daha çok bilgi sahibi olunduğu için Aristo benzersiz bir itibara kavuştu. Kilise onu bir aziz ilan edemese de en azından bir tür peygamber gibi dav­randı. Onun yazılarından elde edilen yeni bilgiler; her şeyden önemlisi iki Domini­ken rahibi, Albertus Magnus ve öğrencisi Thomas Aquinas'ın eserlerinde, yeni bir entelektüel uzlaşmaya ve senteze yol açtı. Bunun en çarpıcı kanıtı, ortaçağ skolastik felsefesinin ulaştığı sistematik ve rasyonalist düzeydi. Skolastik terimi, Hıristiyan öğretisinin anlamını yaymak için harcanan entelektüel çabaya verilen addı.
Yunanlılar daha başından beri edebiyata eğlencenin ötesinde bir önem veriyor­du. Şairleri öğretmen olarak görüyorlardı.
Zamanla Hıristiyan olan Roma sayesinde (yüzlerce yıllık bir süreçte) Hıristiyan bir Akdeniz ve ardından Hıristiyan bir Avrupa doğdu. Roma olmasaydı İsrail'in dini vizyonu, büyük ölçüde Levant'a1 kısılıp kalmış bir halk ile Akdeniz'in çeşitli limanlarına dağılmış Yahudi cemaatlerine bağlı kalacaktı. Sonuçta, Roma olmasaydı Yahudilikten türeyen Hıristiyanlık bir dünya dini olamazdı.
Reklam
Çok eski tarihlerde Akdeniz'in kuzey ve güney kıyıları daha iyi sulanıyordu ve günümüze göre daha verimliydi. Ancak toprakların kurutulması Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz'in kıyı şeridini çoraklaştıracak kadar ileri gitti. Artık bu kıyıların gerisindeki çöller antik döneme göre denize çok daha yakındır. Kuzeye çıkıldığında, Akdeniz Avrupa'sı diyebileceğimiz bölgenin içlerinde kıyı şeridi kadar çarpıcı bir ayırt edici özellik yoktur. Ancak eskiden beri önemli bir özelliği zeytinciliğin kuzeydeki sınırıdır. Bir bilimadamı, "Güneye doğru giderken rastlanan ilk zeytin ağacı Akdeniz bölgesinin başladığını gösterir," diye belirtir. 1
Tarihin en kesin yasalarından biri de şudur: Lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. İnsanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. Onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hale gelirler.
Etkili hikayeler anlatmak kolay değildir; zorluk hikayeyi anlatmak degil, herkesin hikayeye inanmasını sağlamaktır. Tarihin büyük kısmı su soru etrafında döner: Birileri, milyonlarca insanı tanrılara, milletlere ve sınırlı sorumlu şirketlere inanmaya nasil ikna eder? Bu başarıldığında Sapiens'e olağanüstü büyük bir güç verir, çünkü bu milyonlarca yabancının ortak bir hedef uğrunda işbirliği yapmasını ve birlikte çalışmasını sağlar.
... Büyük Fransız matematikçisi Blaise Pascal'ın hesabına göre,bu konuda yanlış bir varsayımda bulunmanın cezası devasa ornda olacaktır. Tanrıya inansaniz iyi edersiniz çünkü eğer haklıysanız, sonsuz mutluluk kazanacaksınız,ancak eğer yanılmışsanız zaten birşey değişmeyecektir. Öte yandan, eğer tanrıya inanmazsanız ve yanıldığınız ortaya çıkarsa sonauza kadar lanetlenirsiniz, ama haklıysanız yine birşey değişmeyecektir. Görünüşte karar gün gibi açıktır. Tanrıya inanın. Ancak iddiayla ilgili belirgin biçimde tuhaf bişey var. İnanmak tedbir olsun diye yapmaya karar verebileceğimiz bir şey değildir. En azından yapmaya karar verebileceğim bir irade eylemi değildir. Kiliseye gitmeye ve İznik Amentuüsünü ezberlemeye karar verebilirim ve bir yığın incil üzerine, içlerindeki her kelimeye inanacağıma yemin edebilirim. Fakat bunların hiçbirisi, gercekten inanmıyorsam inanmamı sağlamaz. Pascal'ın bahsi, sadece tanrıya inanma numarası yapmanın lehine bir kanit olabilir. Ve inandığınızı iddia ettiğiniz tanrı, herseyi bilme gücü olan türden bir tanrı olmasa iyi olur yoksa bu dalaverenizi görecektir. ...
... Bana ateist olup olmadığım sorulduğunda, Zeus, Apollo, Amon ra, Mithras, Baal, Thor, Wotan, Altin buzağı ve Uçan Spagetti Canavarı'nı hesaba katarak, soruyu soran kişinin de bu tanrılara inanmadığı için bir ateist olduguna dikkat çekmeyi eğlendirici bir taktik olarak görürüm. Benim inanmadığim tanrıların sayısı, soruyu soranın inanmadığı tanrıların sayısından sadece bir tane fazladır. ...