Livaneli okumayı çok istiyordum. Hatta "Kardeşimin Hikayesi" ile başlarım diyordum çünkü çok övmüşlerdi. Elimeyse ilk "Huzursuzluk" geldi, iyi ki geldi. Sade, anlaşılır, araya sözcük dağarcımızı genişletmemize yarayacak sözcüklerin serpiştirilmiş olduğu bir dile sahipti. Olayın içinde ince ince zihnimize sızdırılan günümüz insanının ürkütücü tablosu... Bir dönem, bir insanın hayatındaki dönüm noktası, tek bir cümlenin ifade edebileceği onlarca duygu, savaşın insanda bıraktığı acıların gözlere nasıl yansıdığı ancak bu kadar güzel anlaşılabilirdi. O kadar akıcı ve güzel bir romandı ki... Çok dolu dolu bir kitaptı aynı zamanda. Sayfaca notlar aldım ve biliyorum ki hala eksik, tekrar tekrar okuduğumda daha başka şeyler keşfedebileceğimi biliyorum. Dıştan bir okuyucu değildim, romanın içindeydim. Romanın anlatıcısı olan İbrahim ile birlikte ben de gezdim, düşüncelere daldım, karmakarışık oldum. Nergis ile acının ötesine geçtim, insanlığımı sorguladım. Fuat Amca, Rahip Gabriel, Şeyh Seyda ile bilgiye acıktım. Zilan ile duymaya kalpsizlik gereken hikayeler dinledim. Beni tüm kitapta en çok etkileyen ise, başta bahsettiğim o onlarca duyguyu ifade edebilen tek cümleydi: "Ben bir insandım." İnsanlığının geçmişte kaldığını söyleyen, Nergis ve Hüseyin'den duyduğumuz bu cümle...