Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Barış Bıçakçı’nın okuduğum ilk kitabı. Herhangi bir beklentiye girmeden, ne yazara ne kitaba dair bir fikrim yokken okudum. Kitabın filmini de izledim. Hatta yazarın filme uyarlanan başka kitapları da var imiş. Okurken ya da izlerken diğer kitaplarını da okumalıyım ihtiyacı hissetmedim. Denk gelmezse okumam muhtemelen.
Bu kitabından hareketle yazarın olaydan çok durumlar üzerinde durduğu kanısına vardım. Kitabında yaşam üzerine güzel tespitleri vardı. Kurgu olarak orta yaşı geçmeye başlamış iki erkeğin, yine yakın arkadaşları olan Fikret’in kız kardeşi Nihal ile aynı evde yaşamaları anlatılıyor.
Hakikaten bir eş gibi birbirine bağlanmış Çetin ve Ender’in yaşamlarına, ailesini kazada kaybeden Nihal dahil oluyor. Kendilerinden yaşça küçük olan Nihal’e bu iki adam da zamanla tutuluyor.
Bence her ikisi de Nihal’i değil, Nihal de gördükleri ama kendilerinde olmayan gençliği seviyorlar. Zamanın değirmeninde ezilmeyi kim ister ki? Artık genç olmadıklarını hatırlattığı için Bora’ya da Nihal’e de içten içe kıskançlık duyuyorlar. Kitap, klasik bir yöne evirilip iki adamın bir kadın için mücadelesine dönüşmemiş. Güzel zamanlar biriktiren iki dostun, yaş aldıklarını fark etmelerini, değerlerini sorgulamalarını konu alıyor.
Hepimiz bir gün bu canım gençliğin gölgesinden ayrılacağız. Kitabın konusunu o yüzden beğendim. Aklıma da Özdemir Asaf’ın bir dizesini getirdi: Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden./ İnanırdım, saadetli yolculuklara.
İyi okumalar