Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Acı verir vedalar...
"Ses tonundaki veda havası hiç hoşuma gitmemişti."
Sayfa 127Kitabı okudu
-Bilemiyorum- Şiiri (İhsan Batmaz)
Bedenler kaybedince, sağlık ve sıhhatini, Tüketince verdiğin şu ömür servetini, Acı olsa da birgün ecelin şerbetini, Ah nasıl içeceğiz, bilemiyorum YARAB. Geride bırakıp da para pul, malımızı, Eşi, dostu, akrabayı, oğlumuz, kızımızı, Azrail gelince de, bu tatlı canımızı, Ah nasıl vereceğiz, bilemiyorum YARAB. Gözü yaşlı koyup da, bizi onca
Sayfa 117 - Ay YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Sarıkamış...
Anadolu'nun bir ucundan öteki ucuna, önce vagonları tıklım tıkış dolu bir trende, sonra da buz gibi havada at arabalarında sürdürülen eziyetli ve uzun bir yolculuk yapmışlardı. Nihayet menzile ulaştıklarında, acı hakikat, beyazlar giyinmiş bir cellat gibi dikilmişti karşı­larına. Cehennem, alev kırmızısı ve yakıcı olmalıydı. Oysa, onları bekleyen cehennem, bembeyaz ve dondurucuydu. O kadar dondurucuydu ki, erlerin elleri, ayakları, yüzleri yanıyordu so­ğuktan. Tıpkı ateşe değmiş gibi, yanık yaraları açılıyordu soğukla temas eden tenlerinde.
Marcus gece nöbetindeki genç subaya el eder, yaklaşıp eğilmesini söyler ve boğuk bir sesle kulağına bir şeyler fısıldar. Sonra bitkin bir şekilde çarşafla başını örter, uykuya dalarak hastalığının yedinci gecesinde sessizce hayata veda eder. Sabah olunca doktorları imparatorun öldüğünü açıklarlar ve kamp acı dolu bir şaşkınlığa bürünür. ~ Dışarıdaki curcuna artarken sinirli muhafızlar başlarındaki subaya sorarlar: "Ne dedi?" Subay konuşacak gibi olur, sonra bir an için susar. Şaşkınlık içinde suratını asarak ölü imparatorun mesajını iletir: "Doğan güneşe gidin, ben zaten batıyorum."
Ama gökyüzünü içmek isterim
Uzaktan uzağa aşkı duyumsuyorum Aşkı, sonsuzca yitmiş olan Şimdi bir yaz günü kadar uzak Ve beynimi oyup duran Şu gürültü gibi tedirgin edici Kendimi bir şarkı söylerken yakalıyorum Düşüncede söylenen şarkı Gerçeğine ne kadar uygundur Bir yerde topluca şarkı söyleniyor İnsanlar zavallı varlıklarını Haykırıyorlar boşluğa Boşluk ne kadar
İnsanlar acının bir anlamı olduğunu söylüyorlar.Aslında daha da ileri gidip acı olmadan hiçbir şeyin anlamı olmadığını söylüyorlar.Peki gerçekten böyle olabilir mi ?Cheol geri adım atmadı. Pekala,belki de acının bir anlamı yoktur , fakat dünyadaki gereksiz acıları azaltmak anlamlıdır.
Timaş YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Hayatta herkes acı çeker ama bunların üstesinden gelenler çok daha güçlü olurlar.
Sona Doğru 10 Aralık 1975 Çarşamba, Ankara. Sabahın sekizi. Küçük Esat'ta Refet Körüklü Bey'in evinin önünde bir araba bekliyor. Arabanın aynası arızalı. Muzaffer Eriş, vidayı sıkıştırıp aynayı onarmaya çalışıyor. Ayna birden fırlıyor, düşüyor ve paramparça oluyor. Ayna kırılmıştır. Bu bir felaket habercisidir. Aynı saatlerde İstanbul.
••• Ne tatlıydı kavuşmak sana Güzeller güzeli sevdiğim; Acı, çok acı geldi bu veda, Ruhummuş gibi yitirdiğim. •••
"...Yeni arkadaşlar, yalnızca veda edilecek ve acı verilecek daha çok insan demek."
Reklam
Orkun'un Yayın Macerası ve Sonu: Orkun'da hiç aksamayan iki köşe vardı: "Orkun'dan Sesler" ve "Türkiye'nin Köy ve Kasabaları". Bunlardan birincisinde haftanın bazı haberleri çok defa mizahi bir üslupla ele alınıyor ve ayrıca 1944'e ait güldürücü hatıralara yer veriliyordu. Diğerinde çeşitli şehir,
İnsan veda edeceği güzel şeylere,acı bir intikam hissi ile kayıtsız kalmak ister.
Zamanında verilmiş bir veda kararının ardından çekilecek olan acı, ağır hasar aldıktan sonra çekilecek acıdan daha büyük değildi.
Sayfa 173Kitabı okudu
Sosyal medya hesabıma girip bir veda tweeti attım. Anneme verdiğim yanıtı beni Gazze'deyken takip eden herkesle paylaşmak istedim. "Allah ümmet olma bilinciyle hareket etmediğimiz sürece bize yardım etmeyecek, anne." İçerlemiştim. "Ne garip değil mi?" dedim. "Acı bize dokunmadan acıtmıyor aslında."
Atsız başlangıçta dergiyle fiilen de meşgul oluyor ve yoruluyordu. 01 Ekim 1950'de Yılanlıoğlu'na yazdığı mektupta “Bu Orkun dergisi böyle giderse benim imanımı gevretecek. Bir tashîh memuru tuttuk ama daha iş kıvamına girmedi." demektedir (Hacaloğlu 2013: 43). Yine Yılanlıoğlu'na yazdığı 11 Ocak 1951 tarihli bir mektubunda ise
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.