Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Aynı şekilde, eşyanın hakikatlerinden onun araz ve sıfatları nı bilip, böylece sıfatı hakikati açısından öğrendiğini zanneden kimse de büyük hata etmiştir; hâlbuki, o sıfatı, herhangi bir mev-sufun/sıfat sahibi sıfatı olması itibarıyla bilmiştir. Nitekim, daha önce buna dikkat çekmiştik ve idrâk edilen keyfiyetler hakkında da, şunu belirtmiştik: İdrak edilen keyfi yetler, mutlak anlamda değil, teşekkül etmiş olması cihetinden teşekkül eden şeyin hâlleridir. Bu bilginin konusu, hakikatler değil, nispetlerdir; sahibi de, hakikatlerin mâhiyetlerini değil, nispetlerini selbî veya izafî kayıtlarla bilebilir. Çünkü hakikatlerin künhünü bilmek, daha önce zikrettiğimiz, büyüklerin zevkine mahsus bir metotla gerçekleşir. Sonra şöyle deriz: Her basit şeyin haddinin cüzleri, basitin kendi hakikâtinin cüzleri değil, sadece haddinin cüzleridir. Had, zihni mertebede aklın farz ettiği bir şeydir; bizatihi had ise, hüviyeti itibarıyla bilinemez; böylelikle cüzleri, ne kendisinden gerçek anlamda nefy edilir ve ne de ispat edilebilir.Bu ve kita bın başında açıkladığımız sırlar, mutlaklık ve basitlikleri itibarıyla ilâhî-gayb mertebesinde eşyanın hakikatlerinin bilinmesini imkânsız kılınıştır. Bu mertebe, daha önce ilmin sırrı hakkında dikkat çektiğimiz üzere, bunların en ulvî kaynağıdır.
1254 syf.
·
Puan vermedi
Risale-i Nur, Kur'an ayetlerini mana yönünden açıklamasıyla tefsir ilmi içinde değerlendirilirken; zamanın inanç ve ahlak gibi problemlerini tartışması açısından da kelam ilmi çerçevesinde değerlendirilmektedir. Müellifin kendisi bu iki hususu risalelerinde belirtmiştir. Risale-i Nur, konuları ele alış tarzı, muhtevasındaki derinliği ve
Sözler
SözlerBediüzzaman Said Nursî · Söz Basım Yayın · 20125,5bin okunma
Reklam
"Kısacası, bu süredeki îmân, taalluk ettiği şeyler açısından yalnızca İslâm şerî'atında -yakine [kesinliğe] ulaşmak şartıyla da olsa- îmân edilmesi gereken rükünler ve hükümleri tasdik manasına değildir. Çünkü bu, "Muhakkak ki insan hüsrândadır." ('Asr/2) âyetinin genelliğine aykırıdır. (Önceki toplumlar da "insan" lafzına muhatap oldukları için tevhidin kendi çağlarındaki tezahürüne iman etmiş olmak zorundadır) Yine buradaki îmân, mahiyeti îtibâriyle, insânlann itikâd dedikleri soyut mâhiyetten ibâret de değildir. Çünkü bu kabilden olan îmân, yüce resüllerin ve büyük nebilerin risâlet ve nübüvvetlerini tasdik etmiş olan birçok ümmeti hüsrândan kurtaramamıştır. Şu hâlde, -âyetin devamından da anlaşıldığı üzere îmân’dan asıl maksat, “ruhun itmi’nânını, ruhî kuvvetlerin inandığı şeylere kesin bir şekilde boyun eğmesini sağlayacak tasdik”tir, ki bu yakin ve nefsi inkıyâd [boyun eğme] mertebesidir. Bunda aklın ve vicdanın da rolü vardır." Ahmet Hamdi Akseki /Asr Suresi Tefsiri/ Diyanet Yayınları/ s.60
Rad 31 tefsiri
Rivayete göre Resûlullah Mekkeli müşriklere İslâm’ı anlattığı bir gün müşrikler, “Mekke’nin şu dağlarını buradan kaldır da yerimiz genişlesin veya araziyi parçalara ayırıp içinden ırmaklar akıtarak tarıma elverişli hale getir; yahut atalarımızdan ölmüş olan falan ve falan şahısları dirilt de senin bu söylediklerinin doğru olup olmadığını onlara
İMAN-AKIL İLİŞKİSİ
Mutlak tek olduğuna, eşi ve benzeri bulunmadığına iman ettiğimiz Allah ya da daha genel İsimlendirmeyle Tanrı bir fikir ya da bir kavram değil, bütün varlık ve varoluşun kendisinden sadır olduğu vacibü'l-vücuttur. Kişinin bildiği ve akıl erdirdiği bir şeye inanması aslında bilgiye ve akla inanmasıdır. İman bilginin, düşüncenin konusu haline
Söz Ola Sıhhati Müspet İstikameti Muhkem
Kişi neyi severse sevsin, neyi yererse yersin; neye inanırsa inansın, neyi inkâr ederse etsin, kısaca ne ederse etsin bilerek etsin.Çünkü ed-e-bil-mek, bilmektir. Kudemânin dediği gibi " Evren'de en değerli insandır ; insanda en değerli akıldir; aklın değeri bilmesindendir; bilmenin degeri ise adaletle eylemesindendir". Yine eslâfın isaret ettigi uzere , "Kinaye te'vili, mecâz tefsiri talep eder; hakikate gelince o yalnizca ilim ister. O ilim ki, muhatabina bir istikamet verir" İstikametsiz tüm deyişler/söylemler yalnizca idare etmek,yani akli dolastirmaktir
Reklam
Netice-i Kelâm: Ey insafsız ve dikkatsiz ve imanı zayıf, felsefesi kavî, hodbin, münekkid adam! Şu on aslı nazara al. Sonra sen hilaf-ı hakikat ve kat'î muhalif-i vaki gördüğün bir rivayeti bahane ederek ehadîs-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma! Zira evvela o on aslın on dairesi, seni inkârdan vazgeçirir. "Hakiki bir kusur varsa bize aittir." derler, hadîse râci olamaz. "Eğer hakiki değilse senin sû-i fehmine aittir." derler. Elhasıl: İnkâr ve redde gitmek için şu on aslı tekzip ve iptal etmek lâzım gelir. Şimdi insafın varsa bu on usûlü kemal-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilaf-ı hakikat gördüğü bir hadîsin inkârına kalkışma! "Ya bir tefsiri ya bir tevili ya bir tabiri vardır." de, ilişme! Sözler[Y] - 386
"Namazı da dosdoğru kıl! Çünkü bütün şartlarına riayet edilerek hakkıyla kılınan namaz, insanı her türlü hayasızlıktan, dinin ve aklın kabul etmediği şeylerden alıkoyar." (Ankebut 29/45)
Sayfa 118 - Erkam Yayınları, 1. Cilt
204 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.