Bu gece ayak tırnaklarımı kesmek için büyük gayret göstermeliyim. Biliyorum; kanserden ölenler, sokaklarda yatanlar var ve ben burada oturmuş ayak tırnaklarımı kesmekten söz ediyorum. Olsun, yılda 162 beysbol maçı izleyen bir denyodan daha yakınım gerçekliğe muhtemelen. Cehennemimi yaşadım ben ve hâlâ yaşıyorum. Kendimi üstün hissetmiyorum. Yetmiş bir yaşında hâlâ hayatta olup ayak tırnaklarımı kesmekten şikayet edebilmem mucizenin ta kendisi bana kalırsa. Filozofları okuyoru
m son günlerde. Gerçekten tuhaf, deli matrak, kumarbaz adamlar bunlar. Descartes çıkıp herkesin zırvaladığını, mutlak ve aşikar gerçekliğin tek modelinin matematik olduğunu söylüyor. Mekanizm. Derken Hume nedensel bilginin geçerliliğini sorguluyor. Sonra Kierkegard, "Parmağımı varoluşa daldınyorum,
kokusu yok. Nerdeyim?" diye soruyor. Derken Sartre ve aroluşun
anlamsız olduğu iddiası. Seviyorum bu adamları. Dünyayı sallıyorlar. Bu düşünceler başlarını ağrıtmadı mı? Ani bir kasvet kükremesi çıkmadı mı dişlerinin arasından? Böyle adamları sokakta karşılaştığım, kafelerde gördüğüm adamlarla kıyasladığımda fark o denli büyük ki içimde bir yer burkuluyor,
bağırsaklarım düğümleniyor. Bu gece de ayak tırnaklarımı kesmeyeceğim galiba. Deli değilim ama aklımın başımda olduğu da söylenemez. Hayır, deliyim belki!
- Hiç pes etmiyorsunuz, değil mi?
- Birileri, her soruna bir çözüm olduğunu söylemişti bir keresinde.
- Buna inanıyor musunuz?
- Hayır ama her zaman bunun ümidiyle yaşıyorum.
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :