Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
kaptan 5
"hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum güya bir şilebin kıç güvertesinde durmuştum nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu asor adalarında on sekiz mısraımı unutmuşum onlar
Ey vâcibü'l-vücûd, varlığı mutlak, yokluğu imkânsız, ihsanı bol olan Allah'ım! Rahmet nurlarını yağdır üzerimize, marifetinin zirvesine giden yolu kolaylaştır bize. Sen bütün eksiklik ve noksanlıklardan münezzeh ve yücesin. Senin bize öğrettiğin ilimden başka bir ilme, ilham yoluyla kalbimize bıraktığın marifetten başka marifete sahip
Reklam
Çocukların yüreği yumuşaktır. Yedi çocuklu bir anne ölmüştü. Yedi yaşlarındaki kızı annesinin öldüğünü görünce başlıyor çığlık çığlığa ağlamaya. Susturmak için ne yapsalar ne etseler fayda etmiyormuş. Çocuk bir çeşit sinir krizine tutulmuş. Evde bu sırada zengin kapılarında yüz sürerek yaşayan Dura adlı bir kadın bulunuyormuş. Kızcağızı yatıştırmak için şöyle demiş: "Ağlama, ağlayıp duruyorsun, ama annen seni sevmezdi ki, hatırlıyor musun, seni bir gün cezalandırmıştı, bir köşeye koymuştu seni, hatırlasana!" Dura'ya en iyi yol bu görünmüştü: Yanılmadı da. Kız ağlamasını birden kesmiş. Dahası ertesi gün annesi toprağa verilirken kırık, soğuk bir sesle: "O beni sevmiyormuş!" diye mırıldanmıştı. Üzülmek, hırpalanmak, sevilmemek düşüncesi her nedense hoşuna gitmişti. İnanın, gerçek bir olaydır bu. Ama bu "çocuk fantazyası" kısa sürdü. İki gün geçti geçmedi annesini özlemeye başladı, hastalandı ve sonra hayatı boyunca, bu kızın annesini saygıyla anmadığı bir günü bile geçmedi.
Sayfa 878 - Yapı Kredi Yayınları
"Uzun bir pazar günü daha geçip gitti, anne şimdi toprağın altında yatıyor, ben işime döneceğim, sonuç olarak değişen hiçbir şey yok, diye geçirdim içimden."
120 syf.
·
Puan vermedi
Bu romanı ayakta alkışlanması gereken bir roman olarak görüyorum,
Victor Hugo
Victor Hugo
tebrik ediyorum. Şaşkınlıklar içerisinde okuduğum bir romandı. Mahkumları idamla cezalandıran bir yönetimin hakim olduğu zamanda
Victor Hugo
Victor Hugo
bu tarz bir romanı yazma cesaretini bulmasına epey bir şaşırdım. Ne kadar roman ilk yayınlandığında yazar olarak kendi adını açık bir şekilde belirtmese de o yönetimi eleştirebiliyor olması bile benim için bir cesaret göstergesidir. Romanda bir mahkumun idam cezasına çarptırılması ve roman kahramanı(mahkum) ağzından bu durumun yanlış olduğunu dile getirmesini anlatır. İdam edildikten sonra mahkum suçlu olsa bile mahkumun ailesinin bir suçunun olmaması ve bu idamdan dolayı sadece mahkumun değil suçsuz olan ailenin en başta biricik kızının da ceza çekmesini görüyoruz çünkü mahkum öldükten sonra bir anne evlatsız bir kadın eşsiz en önemlisi küçücük bir çocuk ise babasız kalacaktır. Açıkçası kendimizce çok büyük suç işleyen birine idam gelsin gibi cümleler kurmamız çok basit gözüküyor olabilir ama yine de idam istesek bile hiçbir insan mahkumun ölümünü izleyince o dönemdekiler gibi zevk almaz ,alkışlamaz ben o dönemin toplumunun bu şekilde tepkiler vermesine de şaşırdım yani kısaca çok şaşırarak okuduğum bir kitaptı herkesin okumasını düşündüğüm bir kitap.
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
Bir İdam Mahkûmunun Son GünüVictor Hugo · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2023120,3bin okunma
Sekizinci doğum günüm anne ve babam olmadan, evde bir başıma geçirdiğim doğum günlerimden biriydi. Diğerlerinden farkı ise o gün, o akşam annemin beni dünyaya getirdiği için ne kadar pişman olduğunu ilk kez anlamıştım. Babam evde bile değildi. Elindeki telefonu ile son derece meşgul olan annemin ise umurunda bile değildim. Salonun ortasındaki orta sehpanın önüne oturmuş, sehpanın üzerine saçtığım boya kalemlerimi sırayla elime alıyor, kendime bir doğum günü pastası resmi çiziyor, bir yandan da şarkılar söylüyordum. "İyi ki doğdun Kumruuu! İyi ki doğduuun, iyi ki doğduuuun. mutlu yıllar sanaaa..."
Reklam
·
Puan vermedi
Suzan Defter - Ayfer Tunç
Herkesin basım hatası var sandığı kitabı bana bir arkadaşım önerdi ve bu yorumları da görünce kitabı daha çok merak ettim. ( Bendeki kitap özel basım olduğu için farklı büyük ihtimalle sizin de hafızanızda yeşil tonlarda bir kapak, boş bir koltuk ve beyaz renklerdeki yazı karakteri ile yer almıştır. Evet, siz de o kitabı merak ediyorsanız şimdi ben de kendi yorumumu bırakacağım) Kitap, bir adam ve bir kadının günlüğünü paralel şekilde anlatıyor. Sol sayfalar adamın, sağ sayfalar kadının. Bazı kişiler önce sol sayfaları okuyup bitirmiş, sonra sağ sayfaları okumuş. Bence aynı günü bir kerede okumak konuyu anlamak için daha iyi. Çünkü başlarda sanki birbirinden farklı iki insanın hayat hikayesini anlatıyor gibi görünse de, bir yerden sonra birbirine cevap gibi okuyorsunuz günlükleri. Aynı olay iki karakterden farklı şekilde anlatılıyor bazen. Günlükleri yazan karakterlerimizin en belirgin özellikleri; biri mutsuzluğu kendine çeken adam, diğeri ise anne babasını kaybetmiş, abisine toksik bir şekilde bağlı kız kardeş… Yarım kalan duygulara ithafen yazılmış bir kitap. Ben kitabı hızlıca okudum bitirdim. Bir soldan bir sağdan aynı tarihleri takip ederek kitabı okumak eğlenceliydi ama konu eski zamanların adını kullanıp o dönemi hakkıyla işlememesinden dolayı biraz içerik olarak zayıf buldum. Yine de kitabın okuma tarzı farklı olduğu için bunu tecrübe etmeye değer buluyorum. Keyifli okumalar dilerim
Suzan Defter
Suzan DefterAyfer Tunç · Can Yayınları · 202212,9bin okunma
Ali İngiltere'ye gittiğinde ikimiz de garip bir haldeydik. Birbirimize kaygılarımızı belli etmemeye çalışıyor, çok iyi bir karar verdiğimizi tekrar edip duruyorduk. O, düşünceli, suskun, kaç gün sonra döneceğini hesaplıyordu sürekli. "Ali bu programdan çok yararlanacak" diyordu. Neşeli, mutlu anne baba oyunu oynuyor- duk. O, iyi bir oyuncu olduğu halde özel hayatında oynamayı hiç beceremiyordu. Hemen kendini ele veriyordu. Bir ay boyunca Ali'nin sevdiği yemekler pişirilmedi, odasına girilmedi, gitmekten hoşlandığı yerlere gidilmedi. Nihayet dönüş günü geldi. Uçağın iniş vaktinden iki saat önce havaalanındaydık. "Lastik-mastik patlar, trafik yoğun olur, erken gidelim, orada bekleriz" dedi. Aslında içi içine sığmıyordu. Görevliler O'nu görüce çok ilgilendiler, oğlunu karşılamaya geldiğini öğrendiklerinde pasaport çıkışına almak istediler. Bagaj işlemlerini beklerken Ali'nin yanında olacak, en az yanım saat önce kavuşacaktık. O, kabul etmedi. Herkesle beraber, gelen yolcu kısmında ayakta bekledik. Ali'ye olan özlemi bile ayrıcalık gösterilmesini kabul ettiremedi.
Sayfa 48 - Doğan KitapKitabı okudu
Kayınvalidem biraz evhamlıydı. Akşama kadar sayısız kere tansiyonunu ölçer, doktora gittiğinde, "Bir şeyin yok" lafına çok sinirlenirdi. "Anam bu anlamıyo, ben ölüyorum, bir şeyin yok diyo" derdi. Reçetede yazılı ilaçları kendi kafasına göre alır, her hastalıktan anlardı. Bir akrabamız kanser teşhisiyle tedavi olurken ziyarete gittiğimizde, "Anam hiç olmazsa senin hastalığının adı belli, benimki daha belli bile olmadı" diye teselli ettiğini iyi hatırlıyorum. Bize gelirken tansiyon aletini yanında getirir, sürekli ölçerdi. Bilezik gibi neredeyse kolundan hiç çıkarmamacasına… O, annesinin önemli bir hastalığı olmadığını biliyordu. Kayınvalidem bizim evin kadrolu elemanları Ayten'i, İffet'i, Neriman'ı, Rıza Efendi'yi, karısı ve çocuklarını, beni, Ali'yi ve Ezo'yu sıraya sokuyor, tansiyonumuzu ölçtürüyordu. Ölçtüreni tekrar sıraya sokuyor, aynı şeyi bir tur daha yapıyordu… Her birimiz üçer beşer kere tansiyonumuzu ölçtürüyorduk. Annesi, "Yoruldum artık oğlum" deyince, "Anne, iyice doy bu alete de bırak elinden diye yapıyorum, seni mutlu etmek için" diyordu. Annesi de hem katılarak gülüyor, hem ölçmeye devam ediyordu. O, tamam deyinceye kadar bırakmıyordu. Oğlunun bu konuyla eğlendiğini biliyor, "dur" demesini bekliyordu. Böylece neredeyse yarım günü hepimiz kuyrukta geçiriyorduk İşi gücü bırakıp tansiyon ölçtürüyorduk…
Sayfa 38 - Doğan KitapKitabı okudu
Onun da kendini içten içe ölmüş hissetmesini istiyorum. Bana hayatımın her günü hissettirdiği gibi.
Sayfa 113Kitabı okudu
Reklam
Ve Ali'doğdu! 22 Eylül 1977, Çarşamba günü, saat 13:15'te. Zor bir doğum oldu. Öyle zordu ki, hatta ben ameliyathanedeyken doktorlar, "Anne mi, çocuk mu?" diye sormuşlar. Annem ve ablam bayılnuş; O, hastaneden kaçmış… Uyandığımda bebek O'nun kucağındaydı. Bebeğe bakışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Benim uyandığınu görünce, "Gamzeleri var oğlumun, hiç delik yanaklı bebek görmemiştim" dedi.
Sayfa 23 - Doğan KitapKitabı okudu
Her Müslümanın ara sıra kendisine, bu hafta Allah'ın kaç kişiyi kendi eliyle hidayete erdirdiğini sorması gerekir. Allah'a davet için kaç kişiye gittin? Akrabalarını, komşularını, anne ve babasını, İslam'a çağırıp çağırmadığını sorması gerekir. İslam'ı anlama, onunla amel etme ve onun için çalışma yönünde adım attı mı? Bu
küçük keremden annesine bir mektup
Beni alıp karnına sakla anneciğim Hiç doğmadan durayım Dünyaya gelince acılarım olacak benim Çoğalıp senin acılarına katılacağım Bana hep katlanmak zorunda kalacaksın Beni alıp karnına sakla anneciğim Nasıl olsa babamı görmeyeceğim. Anne babam nerede benim diye sormaya kalksam Sus konuşma kızdıracaksın şimdi onu diyeceksin. Beni sen bile
Diğer bir deyişle; her anne - baba, üzerinden yeterince zaman geçmiş bir çocuktur.
Sayfa 93 - Erdem YayınlarıKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.