Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın
Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını
Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını
Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık
Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın
Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına
Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar
Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına
Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı
Oğuz Atay’a ait ise şayet; en kallavisinden sitem dolu ve ironi soslu serzenişler, yer yer kafkaesk ögelerle ve doğu-batı sentezinden müteşekkil metinler; onun nevi kalemine
Sevginin coşkun yaşandığı bir dönem yoktur ki içinde şüpheyi ve korkuyu barındırmasın. Hiçbir sarılma yoktur ki o an kafanın içinde gizli bir rekabet yaşanmasın…
Ah kelimeler, isimler ve onlara inanmanın saadeti..Ah edebiyat..
Bu kitabı okumayan, ya da konusunu bilmeyen çok az insan vardır. Hiç “bu kitap ne anlatıyor” demeden yazabilme özgürlüğü, yaşasın.
Biz başına gelmeyen kalmamış garip bir milletiz, bkz. her millet kadar. Ama bizim başımıza geleni bize nefasetle anlatmak için bir de Tanpınar’ımız var.
Biz şarkla garpın arasında sıkışıp kalmış, tereddütle etrafa
Canhıraş tadı damakta kalan bir roman. Yazarın üslubu; günümüz kitaplarına, yazarlarına karşı ister istemez duyulan ön yargıları yıkacak kalitede. Böyle düşünmemde dilinin hem zengin hem anlaşılır oluşunun, pek çok yerde altını çizmek isteyeceğimiz nitelikte paragraflara rastlamamızın etkisi büyük. Okudukça anlaşılıyor ki kahramanın ismi bile bir tezat. Sonradan fark edilen, beklenmeyen ince detaylar var.
Konusuna gelince hem kendisi hem işlenişi oldukça özgündü. Mekanlar da kişiler de kafamda bütünüyle canlandı, kendimi romanın içinde Fırat'ı izlerken buldum.
İnsan okurken ismi geçen her karakteri daha yakından tanımak istiyor, bir sonraki sayfaya merakla geçiyor. Keşke daha uzun, daha detaylı olsaydı. Umarım Coşkun Erol'un bir sonraki kitabı bu beklentimi de karşılar.
Bütün dünyayı öpse doymayacaktı. Yıllar yılı coşkun, sıcacık sevgisini içine tepmiş, çıkaramamıştı. Şimdi içindeki sevgi bendini yıkmış taşıp gidiyordu.
__