Orhan Pamuk’un on yıllık çalışması sonucu oluşturduğu, 2008 yılında yayımlanan ve kızı Rüya'ya ithaf ettiği 524 sayfalık romanıdır,
2008 yılında Türkiye'de piyasaya çıktıktan sonraki ilk üç günde en çok satanlar listesinde birinci sıraya yerleşmiştir.
Kitap New York Times tarafından “2009 Yılının En
Sanatın da bir suç olduğunu o zaman anladım. Ama gerçekliğe karşı bir suç. Tıpkı cinayetin bir kişinin bedensel bütünlüğünü tartışma konusu etmesi gibi, bitmek bilmez dönüşümleriyle dünyanın ve toplumun bütünlüğünü tartışma konusu ediyor. Bir sanat eseri soluk keser, kalp atışımızı hızlandırır, biçimlerle, renklerle ve seslerle ilişkimizi değiştirir. Ölecek kadar değişmesek de, o ana dek tanıdığımız gerçeklik ölerek yerine daha karmaşık, daha tuhaf olan bir başkası gelir. Aynı zamanda da daha güzel.
Pek çok kişi bana, hayatın kaynağının 25 yıldır basiliyor olması konusunda ne hissettigimi sormuştur. Bir tür sessiz tatmin duygusu dışında özel bir şey hissettigimi söyleyemem. Bu konuda, yazdıklarıma yönelik tutumu en iyi ifade eden söz Victor Hugo‘ya aittir: “ eğer bir yazar yalnızca kendi yaşadığı dönem için yazıyor olsaydı, kalemimi kırar,
"Sıradan fâniler yaşamın sırrına erebilmek için beklemek zorunda kalırken, seçilmiş bir avuç azınlık daha perde kalkmadan bu sırra vakıf olabiliyordu. Bu, çoğu zaman sanatın, özellikle de edebiyatın etkisiyle mümkün olabiliyordu çünkü sanat da, edebiyat da arzular ve zihinle ilişkiliydi. Bazen de karmaşık karakterler sanatın yerine geçer, onun işlevini yerine getirirdi. İşte bu insanlar sanatın ta kendisiydi; resim gibi, şiir gibi, heykel gibi, onlar da yaşamın yarattığı şaheserlerdi."
Edebiyat tarihçileri Fazıl'dan bahsederlerken, onun divan şairleri içerisinde günlük olaylardan en fazla yararlanan kişi olduğunu, ama şiirlerinin sanat açısından zayıf ve biraz da kaba kaldığını söylüyorlar. Zayıflığın nedeni, dilinin kemiği olmayışı.
Sanat, yüksek nitelikli bir çabadır. Aslında söylenmesi gereken budur. Ya da daha gösterişli bir laf istenirse: Sanat, insanın yaptıklarıyla açığa çıkardığı Tann'dır.
Kitabın konusu 800 – 1200 tarihleri arasında (kültür ve medeniyet, teknoloji, ticaret, ekonomi vs ) Orta Asya da bir aydınlanma olduğu ve bunun dünyaya/Avrupa’ya ışık tuttuğudur. O dönemdeki yönetimlerin, Nizamülmülk, İbn-i Sina, Razi, Ömer Hayyam, Bîruni, Buharî, Gazalî gibi birçok bilim insanının hangi şartlarda hangi konularda (matematik, tıp, astronomi, coğrafya, fizik, mühendislik, sanat - edebiyat ve kültür, ilahiyat, felsefe) katkılar yaptıkları anlatılıyor. Aynı tarihsel dönem bazıları tarafından “İslam’ın Altın Çağı” olarak kabul ediliyor. Bu fikirde yabana atılacak bir fikir değil.
Herkese ve özellikle tarih meraklılarına tavsiyemdir. Eser ciddi bir araştırma ürünü. Yazarın bazı görüşlerine katılmayabilirsiniz. (benimde katılmadığım görüşleri var) Buna rağmen akıcı bir dille yazılmış okumaya değer bir eser.
Alıntılar
“Orta çağdaki Orta Asyalılar birden fazla dahiyane dönüm noktası oluşturmuşlardı. Bu bilim adamları ve bilginlerin gerçekleştirdiklerine bakarken, başı çektikleri ve sadece "Evreka'' anlarından ibaret olmayan bilim yapımı süreçleri görmezden gelinmemelidir.”
"Titiz ve talepkar bilginler akılla sadece neyin bilinebileceğini değil , neyin bilinemeyeceğini de sürekli olarak sorguluyorlardı."
“Bugünün Avrupalıları, Hintlileri, Çinlileri ve Orta Doğuluları farkında olduklarından çok daha fazla Orta Asya'da İbn-i Sina ve Biruni'nin döneminde zirveye ulaşan olağanüstü kültür ve entelektüel coşkunluğun mirasçısı konumundadırlar.”
Kendine özgü bir sanat anlayışı, sınırlı bir duygu ve şiir dünyası, sanatlı bir dili, İslâm dini ve tasavvufa dayalı bir düşünce örgüsü bulunan şekilci, kuralcı ve idealist Türk Edebiyatı'na divan edebiyatı denir.