Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
PUSLU KITALAR ATLASI KİTABI(SÖZLÜK)
Abıru: 1.Yüz suyu. 2.Irz, namus, şeref, haysiyet. Acuze: Huysuz, yaşlı kadın Adülkahır: (Ödül kahır) Pembe çiçekli, çok yıllık otsu bir bitki Agâh: 1.Bilen, bilgili 2.Haberli Akarca: Sürekli işleyen çıban, fistül Altar: Adak adanan ve kurban kesilen dini yapı, sunak. Arkebüz: XV. yüzyılda Fransa'da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli
Ali Kuşçu dinî bilimlerde herkesin bildiğini biliyor, fazlasıyla da astronomiden, matematikten dem vuruyordu. Üstat hiç bu fırsatı kaçırır mı, elbette onun derslerini takibe başladı. Hatta yegâne heyecanı o oldu. Öğrendiği her şeyi, İstanbul muhafızı olduğu için derslere katılamayan Sinan Paşa'ya öğretiyor, Sinan Paşa da görevinin büyük kısmını, yardımcısı asesbaşı Budak Gazi'ye devrederek onu dinliyordu. Ali Kuşçu'dan sonra üstadın hayata bakışı değişmişti. Bilgi, yazı, kitap, din, gönül, akıl... Ve elbette sorular, sorular... Cevaplar, cevaplar... Sonuçta Ali Kuşçu benim yapamadığım iki şeyi yapmış, üstadın ilmini ve kibrini arttırmıştı. Birincisi üstat için, ikincisi benim için...
Reklam
daha önce kitap okurken kahkaha atmamışım hiç :)
Fakat bir anda önce dizlerine, sonra da yarı beline kadar gömüldü. Kolunu yukarı kaldırmaya çalıştı. Toprak ıslak olduğu için fazla zorluk çekmedi ve elini dışarıya çıkardığında teninde güneşin sıcaklığını hissetti. Son bir gayretle sağ dizini yukarı çekip eliyle zemine abanarak başını toprağın üzerine çıkardı ve güneşi gördü. Diri diri gömülüp ölmekten kurtulmuştu. Meyyit kapısındaki kahvehanede pinekleyenler, saçları bembeyaz kesilmiş, bet benizleri atmış bir grup insanın kendilerine doğru dehşet içinde koştuğunu gördüler. Elleri yüzleri çarpılan, çeneleri titreyen, saçları diken diken olan bu kişiler Galata'ya girer girmez teker teker yere yığıldılar. İçlerinde dili tutulmayan yegâne kişi, baş parmağıyla damağıni kaldırdıktan sonra, “Hortlak! Hortlak!” diyebildi. Kahvehanedekiler, zangır zangır titreyenlere su içirdi, dizlerinin bağı çözülenler taburelere oturtuldu, yüzü çarpılanlara nane ruhu koklatıldı. Tam bu sırada Meyyit Kapısı'nda, bedeni toprağa bulanmış çıplak bir delikanlı görülünce olan oldu. Meydanda kim var kim yoksa çil yavrusu gibi dağıldı. Delikanlı Voyvoda yolunda ilerleyip Erganunlu kilise önüne vardığında, ilahi nağmeleri kesildi. Rahipler pencerelerin perdelerini aralayıp hortlağa bakarak istavroz çıkarttilar. Nihayet çıplak delikanlı Mihel Kapısı'na ulaştığında, asesbaşı ve adamlarıyla karşılaştı. Bir yeniçeri, hortlağın ölü mü diri mi olduğunu tespit edecek Yahudi hekimi ensesinden tutmuştu. Eli palalı yeniçeriler Bünyamin’in etrafını çevirip, beti benzi atmış hekimi ona doğru iteklediler.
Asesler
OsmanlI Devleti'nde şehirlerde geceleri dolaşan güvenlik kuvveti. Bu teşkilâtın başında, yeniçeri ocağını meydana getiren ortalardan yirmi sekizinci ortanın çorbacısı bulunurdu. Bu çorbacıya asesbaşı denirdi. Bugünkü mânâda emniyet müdürüne karşılık gelmektedir. Asesbaşı idaresindeki asesler, geceleri güvenliği temin etmek için dolaşırlar, yasak yerlerde rastladıklan şüpheli kişileri yakalarlar, kimliklerini soruştururlar, suçlu olanlan cezalandınrlardı. Suçsuz olanları ise yasak yerlerde dolaştıklarından türü para cezasına çarptırırlardı. Asesbaşı, başına yeşil çuhadan çatal kalafat, arkasına zağra yakalı ve yeşil divan kürkü, bacağına ak çakşır, ayağına da san yemeni giyerdi. Devlet merkezi olan İstanbul'da, biri Galata'da diğeri Suriçi'nde (İstanbul) olmak üzere iki asesbaşı vardı. Fakat İstanbul asesbaşısı üstün dereceli idi. Asesbaşı Bâb-ı âli'de bulunduğu için kendisinin yeniçeriağası dâiresinde bir emir eri bulunurdu. Asesbaşı, merasimlerde ve kapıkulu ocaklarının sefere çıkışlarında beş yüz kadar olan maiyeti ile yolun iki tarafına dizilerek düzeni sağlardı. Veziriazam divanında ve veziriazamın İstanbul'da kol gezdiği zamanlarda bir kısım asesiyle birlikte asesbaşı da bulunurdu.
"Osmanlı'da kadı, bir mahkeme yargıcı olduğu kadar aynı zamanda bir noter, şehirdeki vakıfların müfettişi ve tabii ki belediye reisidir. Ayrıca, şehrin asayişini yürütmekle görevli zabitleri, subaşı, asesbaşı gibi görevlileri denetler, onların amiridir."
Sayfa 11 - Kronik KitapKitabı okudu
Fakat gözcü yine de fikrinde ısrar ediyor­du: Yüzünü, kendisine inanmayan arkadaşının yüzüne yak­laştırarak alt göz kapağını parmağıyla aşağı çekip meydan okurcasına ona, bu gözün yedinci kadirdeki yıldızları bile gördüğünü, üstelik Kostantiniye'nin muhtemel yangınlarını gözetlemek bahanesiyle aslında onun kente nazarını değdirerek ahşap malzemeleri tutuşturduğunu düşünen asesbaşı tarafından görevden alınmak tehlikesine; bu yüzden maruz kaldığını söyledi.
Reklam
"Şehirlerde inzibatı temim eden subaşı, asesbaşı gibi vazifeliler vardı. Kadı, hem adlî hem beledî işlerden sorumluydu. Ayrıca bugünkü noterin gördüğü işler de kadının vazifeleri arasındaydı."
Sayfa 21 - Türk Tarih KurumuKitabı okudu
Vaka-i Hayriye’de, kapıkulu ocaklarının, yeniçeriliğin ortadan kaldırılması ile kadılık hayli sarsıntı geçirdi. Yeniçeri ocağı kaldırıldığı zaman kaldırılan yalnızca asker ocağı değildi; bir kere asayiş örgütü sarsıldı. Çünkü asesbaşı, subaşı gibi şehirlerin emniyet amirleri de ocaktandı.
Sayfa 132Kitabı okudu
asesbaşı
''...Kostantiye'nin muhtemel yangınlarını gözetlemek bahanesiyle aslında onun kente nazarını değdirerek ahşap malzemeleri tutuşturduğunu düşünen asesbaşı tarafından görevinden alınmak tehlikesine;bu yüzden maruz kaldığını söyledi''
Sayfa 14 - iletişim yayınlarıKitabı yarım bıraktı
Akîde Lezzeti
Akide Şekeri, Osmanlı saray âdetlerinden olup 16. asırdan günümüze gelen bir geçmişe sahiptir. Akide, "söz, bağlılık" manalarına gelen Arapça bir kelimedir. Yeniçerilere ulûfe dağıtılması sırasında ocağın iyi hâline ve devlete bağlılığına alâmet olmak üzere Asesbaşı veya Ocak Kapı Kethüdası eliyle Sadrazam ile Ocak Ağalarına "akîde şekeri" dağıtılması âdetti. Bu merasim, askerin akîdesinin iyiliği ve sağlamlığının bir delili olduğundan "akîde" adıyla anılırdı. Padişah ve yeniçeriler arasındaki memnuniyetin ve bağlılığın simgesi haline gelen şeker, farklı kademedeki görevlilere farklı miktarda ikram edilirdi. Sadrazam'a 500, Yeniçeri Ağası'na ve Sekbanbaşı ile Ocak Kethüdası'na 200'er, Başçavuşa 50, Yeniçeri Kâtibi'ne 30, Turnacıbaşı'ya 20, Solakbaşılar ile Hasekilere 15'er, Orta ve Küçük Çavuşlara, Mehterbaşı, Talimhaneci vesaireye keza 15'er dirhem verilirdi.
Reklam
Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlası
Kostantiniye'de Birkaç Kişi bölümü sözlük (Metin sırasına göre) Ulema: Bilginler Cühela: Bilgisizler, cahiller Ehli dubara: Hilenin ve düzenbazlığın ustası Ehli işret: İçki içme erbabı Tarraka: Gümbürtü Taife: Gemide türlü işlerde çalıştırılan sefer işçisi Salimen: Sağ ve esen olarak Vasıl olmak: Ulaşmak Şayia: Yayılmış haber, yaygın
1826 Yeniçeri olayları (Vaka-yı Hayriyye) neticesinde, kadılık da hayli sarsıntı geçirdi. Yeniçeri Ocağı kaldırıldığı zaman aslında yok olan tek şey sadece asker ocağı değildi. Öncelikle asayiş örgütü sarsıldı çünkü asesbaşı, subaşı gibi emniyet amirleri de bu ocaktandı. Karavulhane adı üzerinde karakollar yeniçeri ve kapıkulu askerinin, Kasımpaşa gibi yerler de tersane leventlerinin asayişi sağladığı yerlerdi. Kadı yaptırımcı kuvvet olarak bu sınıfa dayanıyordu. Bu ocağın kalkmasıyla kadıların belediye reisliği, mali görevler ve kale teftişi gibi görevleri de kalktı. Bir müddet sonra vakıflar ayrı bir nezaret olarak birleştirilince kadıların bunlardan da eli ayağı çektirildi. Nihayet idari anlamda mahkemeler kuruldu ve kadıların yargı görevleri de sadece bizim medeni hukuk alanı ve özel hukuk alanı dediğimiz davalara münhasır kaldı.
Sayfa 15 - Kronik kitapKitabı okudu
35 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.