Distopya; bireylerin baskı altına alındığı, kişisel özgürlüklerin yok edildiği ve yaratıcılığın bastırıldığı bir topluma karşılık gelir. Bir distopya, hepimizin bildiği gibi, insanlığın umutları ve özlemleri karşısında duygusuz devlet mekanizmasının zalimliğini anlatır.Tıpkı baba Grandet'nin eşine, kızına ve onların beklentilerine, umutlarına karşılık bencil zalimliği gibi. Eugénie Grandet (Öjani Grande) de bu bakımdan bir distopya olarak düşünülebilir. Balzac bu distopyan görüşün karşısına, -Tanrı için değil de değmeyecek bir aşk için kendini feda ettiği gerçeğini bir yana bırakırsak- melek gibi olan Eugénie'yi koyar. Kırılgan, naif kalbi, babasının ibretlik "Her zaman insanların kendi bencil hesaplarına maruz kalmak..." cümlesi ile geri dönülmez bir biçimde kararan Eugénie. Peki ya bundan hangi vakit kurtulur - ya da biz kurtuluruz? .
.
.
Dystopia today corresponds to suppressed individuals and creativity, exterminated individual freedom. A dystopia - as we all know- describes humanity's longings & hopes against an unfeeling govermental mechanism; just as Father Grandet's selfish cruelty toward his wife, his daughter and their expectations. In this respect, Eugénie Grandet can be considered as a Dystopia even if it is not in this genre. Against this dystopian vision, Balzac puts the angelic figure of Eugénie — except that her sacrifice is made for love, not God (and an unworthy love, at that), while her “noble heart,” tender as it is, has been irrevocably tainted by her father’s example, “always to be subject to the calculations of human selfishness.” So where does that leave her — or us?