Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Basiretten okuyunca yine denilebilir ki; Evlad-ı Osmanlı, vatan için can verdi. Ama o vatan bizimki değil Alaman'ınkiydi. Zira onların derdi İngiliz'i Mısır'da bir müddet bize meşgul ettirip Avrupa cephelerinde rahatlayabilmeleriydi. Alaman açısından bu maksat bin kere hâsıl oldu. Üstelik Süveyş Kanalı'nda düşman yüzü göremeden suya gömülen on binlerce askerimizin dörtte biri Filistin'den ve Sina'dan silahaltına alınmış kimselerdi. Elin İngiliz'i bunu dahi kullandı. "Osmanlı, Alamanların keyfi için göz göre göre Arapları ölüme gönderiyor" diyerek bin yıllık kardeşlerin zaten birbirlerine karşı sarsılmış olan itimadını hepten bitirmeye çalıştı. Bunları yazarken bile yüreği yanıyor insanın ama hakikat bu. Sen aklını, iradeni elin oğluna emanet edersen; o da sana silahını satar, cephanesini satar. Yetmez, başına kumandanlarını atar. Karşılığında hem paranı alır, hem de seni hamaliyede kullanır. Sen omuz omuza düşmana karşı savaştığınızı zannedersin, ama o seni sırtından vurur, sonra sana sargı bezi satar, ilaç satar. Yeniden paranı da alır, duanı da...
“Yeni bir Karanlık Çağ’dayız. Yüzyıllar önce, Avrupa sefalet ve açlık içindeydi; halk bir araya sıkışmış, günaha batmış ve ümitsizdi. Tıpkı Tanrı’nın yıldırım göndermesini bekleyen, ölü ağaçların boğduğu sık bir orman gibiydiler. Bu kıvılcım sonunda ateşi yakacak, alevler yayılarak ölü ağaçları temizleyecek ve sağlıklı köklere bir kez daha gün ışığını getirecekti. Ayıklama Tanrı’nın doğal emridir. Kara Ölüm’ün ardından ne geldiğini kendinize sorun. Cevabı hepimiz biliyoruz. Rönesans. Yeniden doğuş. Her zaman böyle olmuştur. Ölümün ardından doğum gelir. Cennete ulaşmak için insanın cehennemden geçmesi gerekir. Usta bize bunu öğretti. Buna rağmen gümüş saçlı cahil bana canavar mı diyor? Geleceğin matematiğini hâlâ anlamıyor mu? Getireceği felaketleri? Ben Gölge’yim. Ben sizin kurtuluşunuzum. Ve o yüzden bu mağaranın derinliklerinde durmuş, yıldızları yansıtmayan lagünün üstünden dışarı bakıyorum. Bu batık yerde, cehennem suların altında yanıyor. Yakında alev alacak. Ve bu gerçekleştiğinde, yeryüzündeki hiçbir şey onu durduramayacak.”
Reklam
Şamil ismi, günümüzde Rusya ve Yakın Doğu dışında yaşayan insanlar için pek bir anlam ifade etmiyor. Türkiye'de sürgün hayatı yaşayan (ve bazıları Şamil'in soyundan gelen) Kafkasyalı aileler, sanki bir ikonaya hürmet edercesine Şamil'in portresini duvarlarına asıyor. Boğaza tepeden bakan eski bir evde, Şamil'in portresinin
"Yeniden yürüyorum.Rüzgar,bir vapur düdüğünün çığlığını getiriyor.Yapayalnızım ama bir kente inen ordu gibi yürüyorum.Tam şu anda,denizin üzerinde müzikle çalkalanan gemiler var;Avrupa'nın bütün kentlerinde ışıklar yanıyor;Berlin sokaklarında komünistlerle Naziler çarpışıyor;işsizler New York kaldırımlarını arşınlayıp duruyorlar;sıcak odalarda,makyaj masalarının karşısına geçmiş kadınlar kirpiklerini boyuyorlar.Ve ben burada,bu ıssız sokaktayım.Neukölln'deki bir pencereden sıkılan her kurşun;taşınan yaralıların her hıçkırığı;süslenen kadınların kusursuz ve zarif her el hareketi her adımıma,kalbimin her atışına yanıt veriyor."
Sayfa 87 - Antoine Roquentin
Yapayalnızım, ama bir kente yürüyen ordu gibiyim... Şu anda denizlerin üzerinde müzikle çalkalanan gemiler var; Avrupa'nın bütün kentlerinin ışıklar yanıyor; Berlin sokaklarında komünistlerle Naziler çarpışıyor; işsizler, New York kaldırımların arşınlayıp duruyorlar; sıcak odalarda, tuvalet masalarının karşısına geçmiş kadınlar kirpiklerini boyuyorlar. Ve ben burada, şu ıssız sokaktayım.
Yapayalnızım ama bir kentte yürüyen ordu gibiyim. Şu anda denizlerin üzerinde müzikle çalkalanan gemiler var; Avrupa'nın bütün kentlerinde ışıklar yanıyor; Berlin sokaklarında komünistlerle Naziler çarpışıyor; işsizler New York kaldırımlarını arşınlayıp duruyorlar; sıcak odalarda, tuvalet masalarının karşısına geçmiş kadınlar, kirpiklerini boyuyorlar. Ve ben burada, şu ıssız sokaktayım."
Reklam
Bizimkilere sorsan; vatan sağ olsun!.. Analar böylesi gün- ler için sabah akşam evlat doğuruyor. Fedakârlıktan okuyunca pekâlâ denilebilir ki; bu milletin evladı kendisine verilen emri dinledi, şehit oldu. Rabbim her birini Hazreti Hamza'yla haş- reylesin!.. Basiretten okuyunca yine denilebilir ki; Evlad-1 Osmanlı, vatan için can verdi. Ama o vatan bizimki değil Alaman'ınkiy- di. Zira onların derdi İngiliz'i Mısır'da bir müddet bize meşgul ettirip Avrupa cephelerinde rahatlayabilmeleriydi. Alaman açısından bu maksat bin kere hâsıl oldu. Üstelik Süveyş Kanalı'nda düşman yüzü göremeden suya gömülen on binlerce askerimizin dörtte biri Filistin'den ve Si- na'dan silahaltına alınmış kimselerdi. Elin İngiliz'i bunu dahi kullandı. "Osmanlı, Alamanların keyfi için göz göre göre Arapları ölüme gönderiyor" diyerek bin yıllık kardeşlerin zaten birbirlerine karşı sarsılmış olan itimadını hepten bitirmeye çalıştı. Bunları yazarken bile yüreği yanıyor insanın ama hakikat bu.
Tam şu anda, denizin üzerinde müzikle çalkalanan gemiler var; Avrupa'nın bütün kentlerinde ışıklar yanıyor; Berlin sokaklarında komünistlerle Naziler çarpışıyor; işsizler New York kaldırımlarını arşınlayıp duruyorlar; sıcak odalarda, makyaj masalarının karşısına geçmiş kadınlar kirpiklerini boyuyorlar. Ve ben burada, bu ıssız sokaktayım. Neukölln'deki bir pencereden sıkılan her kurşun; taşınan yaralıların her hıçkırığı; süslenen kadınların kusursuz ve zarif her el hareketi her adımıma, kalbimin her atışına yanıt veriyor.
Tam şu anda, denizin üzerinde müzikle çalkalanan gemiler var; Avrupa'nın bütün kentlerinde ışıklar yanıyor; Berlin sokaklarında komünistlerle Naziler çarpışıyor; işsizler New York kaldırımlarını arşınlayıp duruyorlar; sıcak odalarda, makyaj masalarının karşısına geçmiş kadınlar kirpiklerini boyuyorlar. Ve ben burada, bu ıssız sokaktayım.
Sayfa 87 - Can Y.Kitabı okudu
Avrupa'nın gerçek yüzü
... Bir kahkaha yanıyor gece ve sönüyor ışıklar. Ertesi güne uyanıyoruz. Peki ya önceki günün gecesi? Bu insanların istisnasız hepsinin sabaha kadar acıyla kıvranışıları? Bir benzin istasyonun lavabosunda gözünün feri sönene kadar istifra edip bayılıp kalmaları? Başını okşayacak bir anne şefkatine muhtaç halde, akşama kadar ışıksız bir ortamda bal ağrısından ağlayarak geçen günleri? İşte bu kısım buzdağının arkasındaki kısım olarak kabul ediliyor. "Akşamdan kalmaydım" diyip konu kapatılıyor. Mutlu olmak için yaşıyoruz çünkü. Mutluluğumuz dışındaki hiçbir şey biz Avrupalılar için önemli değildi. Fakat göremediğimiz bir şey vardı. Mutluluğumuz her geçen gün biraz daha tükeniyordu. Bunun adına boşluk diyorduk. Boşluğa düştüm hadi gidip dağıtalım. Sonra yine gözyaşı...
Sayfa 121Kitabı okudu
Reklam
Balkanlar'a düşen ateş, bütün bölgeyi sarmıştı adeta. Rum Bulgar, Sırp, Karadağlı askerler, çeteciler, din adamları, yerli halk; yüz yıllardır içlerinde biriktirdikleri kinlerini ortaya döktüler. Kin acımasızlığı, acımasızlık zulmü, zulüm katliamı getirdi ve azgın bir fırtına gibi her yeri etkisi altına aldı. Balkanlar, beş yüz yıllık barış ve hoşgörü döneminden sonra; zulüm, işkence, yağma, tecavüz ve katliamlarla dolu Orta Çağ Avrupa'sının karanlık girdabına kapılmıştı adeta. Kısacası, Balkanlar yanıyordu artık.
Sayfa 281Kitabı okudu
Yeniden yürüyorum. Rüzgâr bir vapur düdüğünün çağlığını getiriyor. Yapayalnızım ama bir şehre yürüyen ordu gibiyim.. Şu anda, denizlerin üzerinde müzikle çalkanan gemiler var; Avrupa'nın bütün şehirlerinde ışıklar yanıyor; Berlin sokaklarında komünistlerle naziler çarpışıyor; işsizler, New York kaldırımlarını arşınlayıp duruyorlar; sıcak odalarda, tuvalet masalarının karşısına geçmiş kadınlar, kirpiklerini boyuyorlar. Ve ben burada, şu ıssız sokaktayım. Neukolln'deki bir pencereden sıkılan her kurşun; götürülen yaralının her kanlı hıçkırığı; süslenen kadınların her ufacık, şaşmaz el hareketi, adımlarımın herbirine, kalbimin her atışına cevap veriyor.
- Musiki sever misiniz? - Çok ... Alafranga keman en çok sevdiğim şeydir. Bu sohbet üstadın güzel yuvasında değil, Heybeliada'nın Büyükada'ya bakan tarafında, bir kahvede cazbant gürültüleri arasında geçiyor. Bu sohbet ve ondan sonraki sözleri bana anlattı ki biri İstanbul'un en hususi, hatta en mahalli ve alaturka taraflarını güzel bir iksir gibi bize yudum yudum bütün acılığıyla içiren üstadın ruhunda Batı'nın sessiz bir ateşi yanıyor. "Avrupa'ya gittiniz mi?" dedim. Fakat heyhat, on sekiz senedir Heybeliada'da oturan ve ömründe ancak bir defa Selanik'e kadar seyahat etmiş olan bir adama bu suali sormak ne kadar beyhude idi. - Hayır ! dedi
Hüseyin Rahmi Bey' in adadaki köşkünde Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu'nun bir gününden -
59 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.