“Düşdü yere her kim kıldı bizi adâvet
Kim derd-i keşiz, tîr-i kazâyız, fukarayız.
Ruhsâre-i mehveşlere gönül vermişiz ammâ
Zannetmeki müstağrak-ı deryâ-yı hatâyız.
Ey hâce! Nakşa nigeh nakkaşa nigehtir
Sanma ruh-ı zîbâya nigeh ayn-ı günehdir.”
Derd-i keş : derde müptela olan
Adavet :düşmanlık
Tir-i kâza: kaza oku
Ruhsare-i mehveş: ay yüzlü güzel
Müsteğrak-ı deryayı hâta : hata denizinde boğulmak
Nigeh : bakmak nazar etmek
Nakkaş : nakış işleyen
Euh-i zibâ: kıymetli ruh
Güneh: günah
Bugün günlerden yağmurlu bir cumaydı. İşten çıkmış otobüste kafamı cama dayayıp "çok eski şarkı" isimli müziği dinliyordum. Sözlerinde "iznin olmadan hala seviyorum seni" geçiyordu. Evet, onun izni olmadan hala onu seviyordum. Onu "kafamda dönüp duran plaklar" gibi çalıp duruyordum adeta...
Sanki bedenime tüm
Öncelikle kitap, neva bulvarı, burun, portre, palto, bir delinin anı defteri ve fayton adlı altı eserden oluşmaktadır.
Neva bulvarı adlı bölümün genelinde yüksek sosyete mensuplarının tabiriyle hiyerarşinin kol gezdiği alt-üst sınıflarının yoğun olarak hissedildiği, günümüz ölçütünde bağdat caddesi, Şanzelize caddesi olsun, tamamıyla lükse karşı
AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER EFENDİMİZ
Peygamber Efendimiz, tertemiz görünümlü ve latif biriydi. Yüzü aydınlık, vücut yapısı güzeldi. Güler yüzlüydü. Ne şişman ne de zayıftı. Beyaz tenliydi. Güzel ve ahenkli bir görünüşü vardı. Gözleri iri, siyahı ve beyazı belirgin, sürmeliydi. Kaşları ince, uzun ve bitişik, saçları simsiyahtı. Kirpikleri uzun, sakalı gürdü. Sustuğunda vakur durup konuştuğunda doğrulurdu. Tane tane konuşurdu. Konuşması o kadar tatlıydı ki kelimeler ağzından inci gibi dökülürdü. Tok sesliydi. Konuşması net ve açıktı, sözü ne uzatır ne de kısa keserdi. Orta boyluydu, göze batacak ve rahatsız edecek kadar uzun veya kısa değildi. Asil bir duruşu vardı. Ağırbaşlıydı. Sözleri ve fiilleri boş ve anlamsız olmazdı (İbn Sa’d, Tabakât, I, 230-231). Huzuruna gelenler ilim ve hikmete susamış olarak girer, kanmış bir şekilde, hayra yol gösterici olarak çıkarlardı. Etrafındakilere öylesine candan davranırdı ki birlikte oturduğu herkes onun nazarında en değerli insanın kendisi olduğunu düşünürdü (Tirmizî, Şemâil, 97).
Diyanet İşleri Başkanlığı
ÖYLE BİR HİKÂYE
Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri:
– Atikali, Atikali! diye bağırdı.
Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
Jules Verne'in Balonla Beş Hafta eserinde Doktor Ferguson'ın arkadaşları ile o zaman çok nadir bilinen balon ile Nil Nehrinin kaynaklarına doğru yapılan yolculuğunu anlatmaktadır.
1892 yılında 14 Ocak gününde Londra'nın Kraliyet Coğrafya Cemiyetinin toplantısında büyük bir kalabalık vardır. Sir Francis M... meslektaşlarına Dr.
Birinci Ağıt
Kim duyar, ses etsem, beni melekler katından? Onlardan biri beni ansızın bassa bile bağrına, yiterim onun daha güçlü varlığında ben. Güzellik güç dayandığımız Ürkü'nün başlangıcından özge nedir ki; ona bizim böylesine tapınmamız, sessizce hor görüp bizi yok etmediğinden. Her melek ürkünçtür. Kendimi tutar bu yüzden, yutkunurum.
Yahya aleyhisselâm, İsa aleyhisselamdan altı ay önce doğdu. İsa aleyhisselâmdan altı ay büyüktü.
Yahya Aleyhisselâmın Şemaili
Güzel yüzlü, çatık kaşlı, seyrek saçlı, uzunca burunlu, ince sesli, kısa parmaklı idi.
Koçero - Vatan Şiiri
keklik serer palazını tenha kayalıklara
uçurur korkusunu
kara diken savurur tohumunu
kurtulur korkusundan
orda bir dağ
orda bir tas
Sabahleyin iki asker kalbimi tamamen aldı. Taburun ilk sıralarındaydılar. Esasen iki dizi en boylu, en güzel en sağlamlarından seçiliyor. Bir tane sarışın, uzun, haşin yüzlü bir Rumelili vardı. Şarkıya o başlıyor, ötekiler aldırıyor; ''Yürüyelim ileriye, girelim Rumeli'ye!'' Kim bilir Rumeli'de kalbinin neresini gömdü? Öteki gibi; Anadolu uşağı ve tablo gibi başı sıra neferin arasında. Başı bütün taburdan bir karış uzun ay yıldızlı kahverengi kalpağı var, gözleri bu ay yıldızdan daha büyük ve daha ateşin kestane renginde. Öyle güzel, öyle güzel ki, ancak insan bunu bir romanda, belki bir dramda temsil eder. Azası kavi, kolları kırmızı bayrağın direğine sarılmış ve su içinde yürüyen bir sancaktar: ''Senin için ey sancağımız, ölürüz de vermeyiz..''
Olm siz adam akıllı insanlar olsaydınız hiç kadınları bu sohbete dahil etmez konuyu uzatmadan Burhan ve babamla konuşurdunuz ama siz naptınız yine her zamanki gibi kendinizi büyük gördünüz. Neyse Allah büyüktür elbet bir gün hakkımız sorulacaktır. Tamam belki bu hırsızlık olayı tam gün yüzüne çıkmamış olabilir ama biz sizin ne olduğunuzu çok çok