"James dönemi (Jacobean) oyun yazarı John Webster, sahnede eline ne idüğü belirsiz bir zarf tutuşturulan bir karakterin tasvirini yaparken, oyuncunun verdiği ilk tepki bayağı kederli oluyor: Ya şikayet mektubudur ya faturadır ya da çocuğunun babası olduğunu iddia eden bir kadının mektubudur diye düşünüyor. Kısacası, daha kahverengi zarflar bile yokken mektuplar genelde kötü haber olarak kabul edilirdi; en iyisi onları göz ardı etmekti."
Sayfa 192 - Domingo
Pencere kenarında dizilen boy boy çiçekleri inceliyordu Eren. Annesinin özene bezene büyüttüğü hercai çiçekler kışın soğuğundan muhafaza ediliyordu, kendini pencere çiçeklerine benzetirdi. Soğuktan korunan, savunmasız çiçeklerden farksızdı. Çiçekler onlarca yaprakla büyürdü. Eren tek yapraktı; arkadaşsız, dostuz, mutsuz... Ensesinde her daim annesinin nefesini hissederdi. Düşse, yürüse, küsse annesi vardı ya nasılsa...Problemleriyle yüzleşememişti. Sorunlarını çözen bir annesi varken gereksizdi kendini yormak. Günler günlerin kopyasıydı. Kıyafet değişikliği haricinde yaprak kımıldamazdı hayatında. Okulda dersi pürdikkat dinler, derste nadiren söz alırdı. Annesi olmazsa babası okuldan eve götürürdü. Okul servisine binmez, taksi tutar, eve tek giderdi. Zeki bir kızdı, ama zekiliği mutlu olmasına yetmiyordu.
Reklam
''Amerika kıtasının vaftiz babası, kimsenin dikkatini bile çekmeden defnedilir; tıpkı 1506’da, İspanya’da, Valladolid’de tabutuna eşlik eden hiçbir kral ya da dük olmadan sessizce son yolculuğuna uğurlanan ve yine çağdaşı hiçbir tarih yazıcısının ölümünü dünyaya duyuracak kadar önemli bulmadığı adelantado,48 yani Yeni Hindistan’ın Amirali Kristof Kolomb gibi.''
Dengesizdir çocuk milleti, biri diğerini itti diyelim, çocuk oturup ağlar ya da karşılık verir ya da aslında kendi haline bırakırsan bir süre sonra neden kavga ettiklerini unutup başka bir oyuna geçerler. Ama gerçek hayatta böyle olmaz. Saf dışı kalan çocuğun annesi ya da babası gelir, salıncağı kapan çocuğun anne babasına çatar. "Nasıl çocuk yetiştiriyorsunuz siz?" diyecek kadar da cüretkârdır üstelik. Bununla yetinmez, çocuğun yakasına bile yapışır. Böyledir bu işler. Herkesin çocuğunu iyi, sağlıklı, akıllı, uslu olsun; diğerleri ne hali varsa görsün. Oysa; komşunun bebeği gece ağladığında "Bebeğin neyi var acaba?" diye düşünebiliyorsak ve annesinin yardımına koşmak geliyorsa içimizden, kendi çocuklarımıza dua ederken diğerlerini de geçirebiliyorsak kalbimizden, bizimkiyle bir başka çocuk kavga ettiğinde geçip karşılarına karışmadan uzlaşmalarını bekleyebiliyorsak, iş büyüdüğünde cezayı kendi çocuğumuza da kesebiliyorsak, sokakta dilenen minicik elleri tutup öpebiliyorsak, kendi çocuğumuzun küçülenleri ile değil, yeni cicilerle giydirebiliyorsak elimizin ulaştığı çocukları, o zaman çocuk seviyoruz, o zaman anne oluyoruz demektir. Bizimkini sevmek, bizimkini beslemek, bizimkini oynatmak, giydirmek, büyütmek, bizimkinin annesi olmak iş değil...
Sayfa 35 - Elma YayıneviKitabı okudu
Hani bir şiir vardı ya... Kimi kanunla alır, kimi kanunsuz alır... Doğru!.. Halk avunmayı dedikoduda bulmuş. Canlarını en çok yakan İcra Memuru mu? Almışlar İcra Memuru'nu tefe... Ben de gördüm bu adamı elinde zincir, dudağında ıslık dolaşıp duruyor. Tımarhaneden yeni çıkmış bir Ağazade geçmiş karşısına bir gün. Anamız var, bacımız var demiş, ne
Sayfa 140Kitabı okudu
Ihlara vadisinin kenarında, başı dumanlı Hasan dağının kıyısında, Aksaray’da dünyaya geldi, 1988 yılında, Güzelyurt kasabasında. * 1924’teki mübadele sırasında bugünkü Makedonya topraklarından göçen Türkler yerleştirilmişti oralara… O nedenle sarışındır hep Güzelyurt’un insanı, tıpkı Mustafa Kemal gibi… Enes de öyleydi. * Kendini bildi
1 Mart 2016 Sözcü - Bordo
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.