''Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Eve dönmek
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
orada, arada bir beni yoklar
intihara ayırdığım zamanlar
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
düzgün sabuklamalardan bana kalan..
''
Mazlum ÖZEL
‘KANLI TOPRAKLAR’ ROMAN İNCELEMESİ
YAPI:
1-Romanın Kimliği: 1934 yılı, Ağustos sonları.
2-İsim-içerik ilişkisi: Romanda geçen tüm haksızlıklar, ölümler, toprak(lar) için yaşanmıştır.
3-Olay örgüsü ve karakter analizleri: Romanın baş karakteri olan Topal Nuri’nin(bundan sonra Topal ismiyle
Kitabın adını duyunca, hemen "aman domuz etine özendiriyorlar, ay çok iğrenç, çok pis kokuyor, hem haram bir kere" diye başlamayın. Kimsenin kimseye zorla bir şey yedirdiği yok. Hatta size bir sır vereyim, bu kitabı yazan adam, rakının yanında pesto soslu mücver yiyecek kadar vejetaryen. Etten tamamen vazgeçmeden önce sadece tavuk soslu
Pek çokları uyumanın gerçeğe sırtını dönmek ya da kendisine sırt çevirmek olduğunu sanırlar. Gerçekte tam tersi olur. Uyumak insanın kendi içindeki en uç noktalara, bilincinin dipsiz kuyularına, insanın bilmek istemediği her şeyi, en çok korktuğu her şeyi, aşırı sevdiği her şeyi gelişigüzel yığdığı, kendi kafasının karanlık mahzenlerine inmektir. Uyumak yaşamın bilinmeyen yanını görmektir. Dekorun arkası bize saçma ve uyumsuz görünür, ama bu, göz aldatan şeyler artık etkili olmadıkları içindir. Düş daha gerçek biçimdeki yaşamımızdır. Gözlerimiz kapanınca körlüğümüz yok olur. Kendimizi aldatmak için yaptığımız çabalar, bilincimizle aynı anda durur, bu anda kendimizle baş başa olur, göz göze geliriz. Varlığımız göz önüne çıkar, doğamız kendisine zorla yaptırdıklarımızın hıncını çıkarır, kendisinden istediklerimize baş kaldırır. İnsan uykusuzluk çekiyorsa bu uyumaktan korktuğu içindir. İnsan uyku mahkemesine çırılçıplak çıkmaktan korkar.
Pek çokları uyumanın gerçeğe sırtını dönmek ya da kendisine sırt çevirmek olduğunu sanırlar. Gerçekte tam tersi olur. Uyumak insanın kendi içindeki en uç noktalara, bilincinin dipsiz kuyularına, insanın bilmek istemeyediği her şeyi, en çok korktuğu her şeyi, aşırı sevdiği her şeyi gelişigüzel yığdığı, kendi kafasının karanlık mahzenlerine inmektir. Uyumak yaşamın bilinmeyen yanını görmektir. Dekorun arkası bize saçma ve uyumsuz görünür, ama bu, göz aldatan şeyler artık etkili olmadıkları içindir. Düş daha gerçek biçimdeki yaşamımızdır. Gözlerimiz kapanınca körlüğümüz yok olur. Kendimizi aldatmak için yaptığımız çabalar, bilincimizle aynı anda durur, bu anda kendimizle baş başa olur, göz göze geliriz. Varlığımız göz önüne çıkar, doğamız kendisine zorla yaptıklarımızın hıncını çıkarır, kendisinden istediklerimize baş kaldırır. İnsan uykusuzluk çekiyorsa bu uyumaktan korktuğu içindir. İnsan uyku mahkemesine çırılçıplak çıkmaktan korkar.
"Pek çokları uyumanın gerçeğe sırtını dönmek ya da kendisine sırt çevirmek olduğunu sanırlar. Gerçekte tam tersi olur. Uyumak insanın kendi içindeki en uç noktalara, bilincinin dipsiz kuyularına, insanın bilmek istemediği her şeyi, en çok korktuğu her şeyi, aşırı sevdiği her şeyi gelişigüzel yığdığı, kendi kafasının karanlık mahzenlerine inmektir. Uyumak yaşamın bilinmeyen yanını görmektir. Dekorun arkası bize saçma ve uyumsuz görünür, ama bu, göz aldatan şeyler artık etkili olmadıkları içindir. Düş daha gerçek biçimdeki yaşamımızdır. Gözlerimiz kapanınca körlüğümüz yok olur. Kendimizi aldatmak için yaptığımız çabalar, bilincimizle aynı anda durur, bu anda kendimizle baş başa olur, göz göze geliriz. Varlığımız göz önüne çıkar, doğamız kendisine zorla yaptırdıklarımızın hıncını çıkarır, kendisinden istediklerimize baş kaldırır. İnsan uykusuzluk çekiyorsa bu uyumaktan korktuğu içindir. İnsan uyku mahkemesine çırılçıplak çıkmaktan korkar.”
Köyden istasyona giden yol, eriyen karlarla diz boyu çamurdu.
İki mızrak boyu yükselen güneş, tarlaları hala örten karların
üzerinde pırıltılarla ve göz kamaştırarak yanıyor, fakat yoldaki
pis su birikintilerine vurunca donuk sarı bir renk alıp boğuluyordu.
Kocaman ve altı çivili kunduralarını çıplak ayaklarına geçirmiş
olan küçük Hasan,
Reha Çamuroğlu'nun 'İsmail'de anlattığı bir mesele vardır. Şeyh Cüneyd, halifeleri ile divan toplar. Halifeler, divan saati gelirler, diz kırıp otururlar. Diz üzerinde sekiz saat aralıksız susulur. Tek bir cümle, tek bir kelime çıkmaz ağızlardan. Sekiz saatin sonunda Şeyh Cüneyd 'başka bir şey yoksa divan bitmiştir' der. Elbette başka bir şey