Nasıl bir futbol takımı kötü bir teknik direktörle kötü futbol oynayıp, iyi bir teknik direktörle şahlanıyorsa, bu kitapta tam olarak öyle bir güce sahip. Uzadıkça uzayan konu, inanılmaz akıcı şekilde yazılarak okuyucusunu kendisine bağlayan bir yazar tarafından ele alınmış. Şunu söylemeliyim ki Kvothe'un şimdiki olduğu efsaneye dönüşmesi için buradaki her farklı hikaye tabii ki yazılmalıydı, ama bazı bölümler kendi içinde gereğinden fazla ara bölümler bulunduruyordu. Mesela Felurian bölümü haddinden fazla uzatılmış gibi geldi, ki bunu pek çok okuyucu fark etmiş. Genele baktığımızda şikayetçi miyim, kesinlikle hayır. Hatta 2. kitabı ilk kitaptan daha çok sevdiğimi söylemeliyim. Temposu 600. sayfadan falan sonra inanılmaz artıyor, sonlarda bir anda düşüyor ve 3. kitap için bir zemin hazırlıyor. 2. serideki tek sevmediğim olay Felurian'la gününü gün etmiş Kvothe'un Denna'yı görünce cascavlak kalması. Yahu kardeşim tamam, bizde sevdik, o yollardan geçtik ettik şey ettik bişiler mişiler oh oh falan, ama o kadar da değil yani. Aşk adamı aptal yapar, özgüvensiz yapar, ama tecrübelerini hiçe saymaz. Denna gibi ağlak bir karıyı geçtim, gününü gün ettiğin kadınlar sana Denna'dan iki misli daha fazla şeyler kattı, özellikle saygı duyulacak kadınlardı. Uzatılan bölümler dışında, üniversite ortamını anlatan iki bin sayfa bölüm yazılsa okurum. İçten içe özlemini duyduğum ortamı okumak bile beni buruk bir şekilde mutlu ediyor. Neyse, son olarak ben de artık 3. kitabı beklerken yazara sövenler kervanına katıldım. Muhtemelen acı dolu bir bekleyiş başlıyor.