bir iran şairi diyor ki:
"ez beyâbân-ı adem tâ ser-i bâzâr-ı vücûd be telâş-ı kefenî âmade üryânî çend"
( -yokluk çölünden varlık pazarına bir kefen almak telaşıyla gelmiş birkaç çıplak.)
İnsan bu idi 🌿
Konya'daki sergisini gezerken tabloları önünde, penceresine konan tek bacaklı bir kuşun ona dostluk ettiğini ve sonra kuş ölünce onu da tablolarına kattığını işittim bir kadından. Çizdiklerinde varlıklara kendini aksetmişti adeta.
"Medeniyet hastanesi ortopedi bölümü, eski ve karanlık koridoru, altışar kişilik odaları ile 2013 temmuz ayında tanıştık. Pansuman odasında bacağımdaki ateli açtıktan sonra, 'bu bacağın işi bitmiş, mesele can meselesi Emre, canın elden gidiyor." dediğinde hoca, duası kabul olmuş bir adamdım artık.
Bir yıl evvel, bir dua;
Ya Rab! boyadığım bu tuvaller daha ne kadar oyalar beni bilinmez. Göreceğini gördü bu göz, artık duyacak ne bir söz, ne de düşülecek bir yol kaldı bu diyarda. Bilirim ki intihar topyekün yasak. gözümün kılcalı kadar kıymettar. Kıyamet; göğüsleri kesilmiş bir kadın heykeli altında beyaban halde bir mezar. Ya Rab! Bilmek istiyorum, sonsuz olanı sonlu bir bilgiyle bilmek ne mümkün! Uyandır beni bu rüyadan."
Giryân o Leylî-veş nola sahrâya salsa Bakî’yi
Mecnûn’un âb-ı çeşmine hâk-i beyâbân teşnedür
O Leyla gibi olan güzel, ağlayışlar içindeki Bakî’yi çöllere salsa ne çıkar! Bilakis, Mecnun’un gözyaşlarına, (kavrulan) çölün toprağı susamış değil midir?
min wî dengbêjî kuşt. tenê birîn digot û bi dîrokê nizanîbû.
bi bextreşiya mem î nizanibû. piştî ewqas xwînê ez reviyam ji wê beyabanê
min hemû tiştên zer li wir hişt. beriya hertiştî îlon li wir ma. dûv re tu ma.
bila di bîra te de be.
xwe li ber barana te şil nakim êdî. li vir demsal mirineke bê îman e. aso naxuyên.
baş guhdar bike aso naxuyên. elo! aso nayuxên elo! aso.
"Türkiye'nin ilk bilim-kurgu eseri, bir asır sonra ilk defa Latin harfleriyle okuyucuyla buluşuyor!"
Bu manşet beni harekete geçirmeye yetti tabi. Hayranı olduğum bi dilden hayranı olduğum kategoride bi kitap, yaşasın! Ama heyecanımın karşılığını pek buldum diyemem. Bahsedelim:
Osman Nuri Eralp, 1900'lerin başında
Bir iran şairi diyor ki:
“Ez beyâbân-ı adem tâ ser-i bâzâr-ı vücûd
be telâş-ı kefenî âmade üryânî çend”
“Yokluk çölünden varlık pazarına bir kefen almak telaşıyla gelmiş birkaç çıplak.”
İnsan bu idi…
Bir İran şairi diyor ki ;
Ez beyâbân-ı adem tâ ser-i bâzâr-ı vücûd
Be telâş-ı kefenî âmede üryânî çend.
" Yokluk çölünden varlık pazarına bir kefen almak telaşıyla gelmiş bir kaç çıplak. . "
İNSAN bu idi .
Gulê
Ji bextê min û te re
Tu bû gula çiya
Ez jî lawikê beyaban û berriya
Ne avjeniyê dizan im
Ne jî gera li kendal û çiya
Li pey te diketim û dikuliyam
Hinek bi halê min dikenîn
Hin jî digiriyan!!
Yine beyaban ve çoraklık gibi görünen köyün yolundan 9 Eylül sabahı Yahya Kemal'in "Türk atlıları" gibi şen geçtik. Güneş ovanın kırmızı, yeşil renkli yamaçlarında altın ışıklarıyla oynadı ve biz iki yüz genç atların nallarını şakırdatarak Sakarya'ya doğru ilerledik.