Kitabın sunuş bölümü ile başlamak istiyorum yaklaşık 30 sayfaya kadar sürüyor. Hem sunuşun uzun olması hem de kullan dığı Arapça ve yabancı sözcükler sıkabiliyor.
Çevirmen okumanın insanı ne kazandıracağı ile ilgili insanın özüne dair,çevirmenlere dair, öğretmenlerlere dair, millet olarak kitaplara olan ilgimiz ve alakamızla ilgili ve benzeri
“Oysa ne yorgunluk ne de can sıkıntısı,yalnızca yüzünde değil,ruhunda da hüküm süren ve dış görünüşünün bir parçası haline gelmiş bu uysallığı bir anlığına bile kovamazdı.”
İçinde garip bir his vardı. Buna keder diyemezdi, hiddet diyemezdi; can sıkıntısı demek de doğru değildi. Bu hissi, tam manasıyla bir huzursuzluktu. Onu rahatsız eden, huzurunu kaçıran şeyin ne olduğunu tayin edemiyordu.
Eğlence araç gereçlerinin ve boş zaman için seçeneklerin şaşırtıcı bir ölçüde emrimize amade olmasına karşın, çoğumuz can sıkıntısı çekmeyi ve nedensiz bir hayal kırıklığının pençesinde kıvranmayı sürdürüyoruz.
Bu can sıkıcı kırtasiyeciliğin bizi birleştirmek için olduğunu düşününce can sıkıntısı falan kalmıyor. Sana ait olan her şey gibi bu da bana güzel geliyor
Ruhun çöküntüsü deselerdi, hiç düşünmeden, utanç yitimi, derdim. Bundan sonrası artık kolay. Acımasızlığı bir erdem olarak yaşamaya başlıyorsunuz. Sizi insanların hizasında tutacak değer duygusunu ellerinizle kalbinizden söküp attığınız için sizden başka kimse kalmıyor dünyada. Kalsa da sadece bir küçümseme hazzı, bir can sıkıntısı olarak var insanlar hayatınızda.
İnsan boylu boyunca bir hastalık. İnsan korku. İnsan yıkım. İhtiraslarının külü insan. İnanmıyorsun artık. Anlamamak değil, inanmıyorsun! Can sıkıntısı değil, inanmıyorsun! Yaşamak korkusu değil, inanmıyorsun!