"Seni çok seviyorum Mehmet Ali!" diye başlıyor kitap ve o sevdanın toprağa gömülmesiyle son buluyor.
Aşkı ile ülküsünü birbirinden ayırabildiğini ve ikisi için de ayrı ayrı ölebileceğini söyleyen akçabardak misali İlay...
Kendi çıkarı için akçabardağını heba eden Mehmet Ali ya da hiçbir zaman benliğini Mehmet Ali'ye ait hissedemeyen Peter Jivkof...
Dededen toruna geçen Türkçülüğü, Türk'ün asimile oluşunu ama yine de davasına birilerinin sahip çıkışını anlatıyor kitap. Ülkü uğrunda ölenleri ve o ölümlerin bir mânâsı olduğuna dikkat çekiyor. Çiçekler Büyür... Akçabardaklar (kardelenler) her yıl karın altından yeniden baş gösteriyor, tıpkı şehitlerin uğruna can verdikleri yolda birilerinin her zaman var olacağı gibi.
Buraya Atsız'ın mısralarını bırakmadan edemeyeceğim:
"Toprak ana uyuturken koynunda bizi
Yarınkiler biçecektir ektiğimizi
Yeşermesi ektiğimiz her bir tohum haktır
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır!"
Son 4 sayfaya geldiğim zaman kitabın nasıl biteceğini tahmin edebildim. Son sayfaya geldiğimde ise dizlerimin titremesine engel olamadım. O nasıl bir sevdaydı İlay? Ona olan sevgin için "Deniz gibi..." diyordu Mehmet Ali ve ekliyordu: "Deniz insanı boğar, bilirim."
İlay, ülküsü uğruna mı can verdi aşkı uğruna mı? Buna ruhu ülküsü için, bedeni ise aşkı için diye cevap verebilirim ama ne kadar doğru bir cevap olduğunu bilemiyorum.
Kitabı çok beğendim ve ögrendiğim şeyler oldu. Eğer siz de büyüyen çiçeklerden biriyseniz mutlaka okuyun.
"Bedenler, beyinler ve sevdalar bu toprağa gübre olabilir... Ve her yıl çiçekler yeniden büyür!"