'Yol'un senaryosunun bitiş tarihi 23 Ocak 1980'di. Arkasından 'Dağ' adlı bir senaryoya başlamayı tasarlıyorduk. 'Dağ' hakkında da uzun uzun konuşmuştuk. Onda da oynamamı kararlaştırmıştık. 'Yol'daki rolüm Bingöl'deydi. Onu tamamlayınca Muş'a geçecek, 'Dağ' filmine başlayacaktık.'Dağ'ın yönetmenliğini Zeki Ökten yapacaktı. Öncelikle sansürden geçirmek gerekiyordu. Aldım senaryoyu, gene ben götürdüm Sansür Kurulu'na. Reddedildi. Daha sonra Danıştay'a başvurduk, orada da reddedildi. Gerekçe ikisinde de aynıydı: 'Dağı aşmak, emperyalizme karşı bir savaştır; burada 'dağ' bir simge olarak kullanılmakta, bilinmeyen güçlere karşı savaşmak anlamına gelmektedir' gibisinden iki sayfa dolusu yazmışlardı.
Büyük bir keyif ve mutlulukla planlanan, ama hayata geçirilememiş bu hikâye, dağın ardında kurulu bir köyde başlıyordu. Yolları kardan kapandığı için kuruldu kurulalı bu köyden kışın kimse kasabaya inmemişti. Oynayacağım adamın oğlu ölüm döşeğindeydi. Dört arkadaş, yüzyıllardır kimsenin yapamadığını yapmayı göze alıp hasta oğlanı hastaneye yetiştirmek üzere, hem dağı, hem de köyün kaderini aşmaya karar veriyorlardı.Yolda önce hasta çocuk ölecekti. Ama baba,ötekilerden bunu saklayacaktı. Günler sonra iki ölü daha verilecekti. Her şeye karşın kasabaya inildiğinde baba, sadece, "Başardık," diyecekti... Bu film, 'Yol' kadar büyük bir projeydi ama onun kadar şanslı değildi...
BU AŞK BURADA BİTER
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! Nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani bir aşkı
Geçerken bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider.
1965
"Caminin kapısında o kalın, deri kaplı ağır perde elini uzatana bir tül kadar hafiftir. İçeriye adımını atarken seni bir an kendisi ile duvar arasında sıkıştırır. Kolun tersine döner gibi olur. Omuzunu zahmetle içeriye alırsın. Her seferinde böyle olmasından anla ki bu yaptığı boşuna değil. Bunda bir kontrol bir hazırlama vardır. Senin, üzerine serpilmiş ölü toprağı ile girmene gönlü varmaz. Ondan arındırır. Ve içeriye ağzının etrafındaki, yanaklarındaki çepeller henüz yıkanmış, sekiz dokuz aylık bir çocuk yüzü gibi pırıl pırıl girersin. - Ve imparatorluk ordadır. Dış dünya büsbütün hakir düşer."
''Her yıl,bahar Ağrıdağının üstüne yürürken,dağın yamacındaki Küp gölünün kıyısına o yörenin tekmil çobanları gelirler,kepeneklerini gölün bakır rengi toprağının,kırmızı çakmak taşı kayalıklarının üstüne serip halka olup otururlar. Çobanların her yıl sayısı değişir. Tanyeri ışırken bellerindeki kavallarını çıkarıp Ağrıdağının öfkesini hep birden
Müsamerede okuduğu şiirin devamını unutmuş çocuk gibi şaşkın, gözler, gözleri bir kadının gözlerine kaymış ve tam gözlerini kaçırmaya niyetlenmişken çekememiş, öylece o kadının gözlerinde şarap içmiş, sevişmiş, domuz gütmüş, bir kadının gözlerinden girilebilecek ne kadar günah varsa oralara girmiş bir şeyh kadar kaygılı, içinden ölü bebek çıkan, rahmi kanayan, kalbi rahminden daha fazla kanayan, gözleri kalbinden daha da kanayan, her yanı kanayan bir esmer kadın kadar acıyla susuyorum.
- Sonsuza kadar kalbimizde kalacaksın, koca adam.
(Özellikle bu beni delirtiyordu çünkü geride kalanların ölümsüz olduğu gibi bir ima taşıyordu. Hafızamda sonsuza kadar yaşayacaksın çünkü be sonsuza kadar yaşayacağım! ARTIK SENİN TANRIN BENİM, ÖLÜ ÇOCUK! SENİN SAHİBİN BENİM! Ölmeyeceğini düşünmek de ölmenin yan etkilerinden biriydi.)
KIZ ÇOCUĞU
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Nazım Hikmet
Ölü Çocuğa Gazel
Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada'da.
Her akşamüzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.
Yosundan kanatları var ölülerin.
Bulutlu yel ve duru yel yan yana
süzülen iki sülündür kuleler üstünde,
gündüzse yaralı bir oğlan.
Havada kalmazdı tek kırlangıç gölgesi
şarap mağarasında rastlayınca ben sana,
tek bulut kırıntısı kalmazdı yerde
sen ırmakta boğulup gittiğin zaman.
Yuvarladı vadi köpeklerle süsenlerini
bir su devi yıkılınca dağlara.
Gövden, ellerimin mor gölgesinde,
bir soğuk meleğiyle, kıyıda cansız yatan.
1. Şöyle böğürüyor bir kambur
Kardeşler! Deniz geçen ahali! Erken kalkalım
Köroğlunun koynundan biraz
Kalender ilk vapurumuzdur
Gidiyor yunuslarla yarışacak
Üstünde nasıl geçirmiştir
Rakı içilir mi hiç çiçeksiz
çiçeksiz ölürüm dükkanları
hem kim olsa ölür ispatinin ebesi
zulmü ilan edilmiş sokağa çıkar
yalnızlığının ut sesi bir fonograf
tanzimat fermanında unutulmuş hacivat
gelip kahkahalar tarafından iğne ister
Yalnız belki çocuklar için atlı
gülen tramvayı ölümün cumhuriyete
enflasyonu sekiz memeli bir zenne
o çirkinim tasviri efkar bir zindan
vakitlere açıktır kepengi aşkı memnu
ölü teyzesine yazlığa giden kim çocuk
pire kasketini deve kimler giyer acaba
zehir dükkanları çiçek çiçekçi pera'da
Benim ut teyzem de öldü galiba hacivat
şimdi şu rakıdan ne diye vergi alırlar sanki.