...erkekler, kahvelere camilerden daha sadıktılar ve çocuklarından çok merak ederlerdi "ajans haberlerini."
Hiçbir şey yapmadan, günde on kez hükümet yıkıp hükümet kurmayı; yüksek sesli devlet sevgisinin, ters yüz edilmiş bir yalan olduğunu; kendinden başka kimseye inanmamanın mağrur yalnızlığını; sevmek arzusuyla aldanma korkusunun nasıl bir cehennem yarattığını; duvar diplerinde tanrı diye yağmura nasıl dua edildiğini onlarda gördüm.
Yıllarca küfrettikleri devrimcilere, Deniz-Yusuf-Hüseyin'in idamlarından sonra, derin bir mahcubiyet ve saygıyla nasıl ağladıklarım da gördüm onların.
Hiçbir şey yapmadan, günde on kez hükümet yıkıp hükümet kurmayı; yüksek sesli devlet sevgisinin, ters yüz edilmiş bir yalan olduğunu; kendinden başka kimseye inanmamanın mağrur yalnızlığını; sevmek arzusuyla aldanma korkusunun nasıl bir cehennem yarattığım; duvar diplerinde tanrı diye yağmura nasıl dua edildiğini onlarda gördüm. Yıllarca küfrettikleri devrimcilere, Deniz-Yusuf-Hüseyin'in idamlarından sonra, derin bir mahcubiyet ve saygıyla nasıl ağladıklarım da gördüm onların.
İlk haberler, koparıp götürdü Deniz'i, Yusuf'u Hüseyin'i
Dışarıda aynı gün, aynı Dünya, aynı insanlar.
Ve ilk kez o gün anladım bir odanın, bir evin, bir sokağın, bir şehrin bir insana düşmanca bir acı verebileceğini...
Üç gencin Deniz Geçmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan nın,belki hiçbir zaman gerçeklerini öğrenemiyeceğimiZ hayatını anlatıyor. İdamı hakkediyorlarmıydı zannetmiyorum. Belki ceza alabilirlerdi ama bu sonuç ağır oldu. Kitabı okurken ölümün soğukluğunu hissedeceksiniz.
Açıkçası kitap beklentimin çok çok altında kaldı. Bunda tabi benim yanlış beklentiye kapılmış olmamında etkisi var. Açıkçası kitabin başlığına rağmen sadwcw idam dönemini değil Deniz, Yusuf, Hüseyin in hayatlarını ve dahi davalarını daha ayrıntılı ve uzun anlatmasını bekliyordum oysa kitap sadece idam dan once yakalanışlarını ve sonrasında tutukluluk süresinde yaşanan zulümler ile idam kararının ne kadar yanlış olduğuna hasredilmis. Fikrimce çok eksik ama idam konusundaki her ayrıntıya değinmiş ayrıca o günlerin insanları ayrıştıran diline de şahit olabiliyoruz.
Ajda Pekkan’la aşk yaşadığı söyleniyordu. Seneler sonra Hürriyet’teki köşesinde Ajda yazdı: “ ‘Taçsız Kral Metin Oktay’ filminin mevzusu ne zaman açılsa, dostlarım hep Metin Oktay’la bir şey yaşadınız mı? diye sorar. Ne mümkün. Aklınızdan bile gelemezdi. İnanamayacağınız kadar terbiyeli, saygılı, kibar, centilmendi. Film setine geldiğinde heyecandan dizlerimiz titrerdi, gözüne bile bakamazsın, ilah gibi görürdük onu, lahtı o”
Gol attığında, arkadaşları koşarak sarılmaya geldiğinde, “abartmayın” diye uyarırdı, “rakip takımdakiler de bizim arkadaşımız”
Paraya buruşturulmuş kağıt mendil kadar bile değer vermezdi. Hiç tereddütsüz para dağıtır, evlendirir, sünnet ettirir, hastane masrafı üstlenir, hiç tanımadığı çocukları okuturdu.
İki ayağını da aynı mükemmellikte kullanırdı ama ruhu solak’tı. Herkesin tırstığı dönemde, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan idam edilmesin diye başlatılan kampanyaya imza atmıştı. 12 Eylül rejiminin en sert günlerinde, darbecilere karşı oluşturulan Aydınlar Dilekçesi’ne imza atmıştı. Vefat etmeden önceki gece Ortaköy’de demlenirsen, “futbol muhabbetini boşverin, ben size şiir okuyayım” demiş ve Nazım Hikmet’in Davet’ini ezbere okumuştu... İzmir ve Sait Altınordu ve Alsancak stadı ve Çeşme Metin Oktay ve ve Mustafa Denizli Altay ve Çeşme.