Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Einstein bir zamanlar, doğa hakkında gerçekten bilmek istediği tek şey olduğunu söylediği bir soru sormuştu.Kabul ediyorum ki bu soru birçoğumuzun cevaplanmasını istediği en derin ve temel sorudur.Einstein bu soruyu şu şekilde sormuştu: ''Tanrı'nın evrenin yaratılışı sırasında bir seçeneği olup olmadığını öğrenmek istiyorum.''
Binlerce çeşit doğa dile gelip şöyle diyordu: “Keşke insan, doğanın iç müziğini anlayabilse ve dış ahengini hissedebilse. Ama insan, hepimizin birbirine ait olduğunu ve birimiz olmadan öbürümüzün var olamayacağını neredeyse hiç bilmez. İnsan hiçbir şeyi yerinde bırakmaz, zorbalıkla bizi birbirimizden ayırır ve ahenksizliğimizden beslenir. Oysa insan bize dostça davransa ve büyük ahdimize ortak olsa, ne kadar mutlu olacak...O zamanlar insan bizi anlardı, biz de insanı. Tanrı olma arzusu ayırdı insanı bizden. Bilemeyeceğimiz ve sezemeyeceğimiz bir şeyi arıyor, ki o gün bu gündür, ne yoldaş bir ses ne de bizle aynı yolun yolcusu. İnsan, sezer içimizdeki sınırsız coşkuyu, sonsuz hazzı, bundandır bazılarımıza olağanüstü sevgi beslemesi...Ne var ki doğanın ördüğü ağlara karşı tatlı bir tutkudan yoksundur insan, büyüleyici gizemlerimizi görecek göz yoktur onda. İnsan acaba bir gün öğrenecek mi hissetmeyi?...İnsan bütün dünyayı hissetmeyi öğrense, içinde yıldızlar doğar, daha katmanlı ve daha berrak hisseder, sınırlardan ve yüzeylerden daha fazlasını görür. Sonsuz bir oyunun ustası olur, böylece; kendini besleyen ve sürekli büyüyen ebedi bir hazda, budalaca uğraşlarını unutur.”
Sais ÇıraklarıKitabı okudu
Reklam
Bacon insanın "doğa üzerinde sahip olduğu hakları" kullanmasından söz ediyordu. Aristoteles "doğanın tüm hayvanları insan için yarattığını" söylüyordu. Immanuel Kant’a göre "insan olmasaydı, yaratılmış her şey yaban kalır, bir hiç olur”du. Çok uzak olmayan bir geçmişte doğayı "fethetmek"ten ve uzaya "hâkim olmak"tan söz ediliyordu; sanki doğa ve kozmos, haklarından gelinmesi gereken düşmanlarmış gibi. Din adamları topluluğu da bu konuda önemli bir rol oynadı. Batı dünyasının dînlerine göre, insanlar nasıl Tanrıya boyun eğmek zorundaysa, doğadaki başka her varlık da insana boyun eğmek zorundaydı. (...)Descartes ve Bacon dinden çok etkilenmişlerdi. "Doğaya karşı biz" düşüncesi dinsel geleneklerimizden bize miras kalmıştır. Tekvin’de Tanrı insanlara “her canlı varlık üzerinde egemenlik” tanımış ve “her canavar”ın bizden “korkması” ve karşımızda “huşu duyması” buyurulmuştur. İnsanoğlu doğaya “boyun eğdirmeye” teşvik edilir ve “boyun eğdirme” ifadesi askeri anlamlar ima eden İbranice bir sözcükten çevrilmiştir.
DOSTOYEVSKİ VE VAROLUŞÇULUK Dostoyevski, «Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu.» diye yazmıştı. (İşte bu söz, varoluşçuluğun Çıkış noktasıdır.) Gerçekten de, Tanrı yok ise her şey yeğ­dir (mubahtır), hiçbir şey yasak değildir. Bu demektir ki insan, kendi başına bırakılmıştır. Ne içinde dayanacak bir destek vardır, ne de dışında tutunacak bir dal. Artık hiçbir özür, dayanak bulamayacaktır yaptıklarına. Varoluş özden önce gelince, verilmiş ve donmuş bir insandan söz edilemez elbet. Önceden belirlenmiş, donmuş bir doğa açıklanamaz çünkü. Başka bir deyişle, gerekircilik (determinisine), kadercilik yoktur burada, kişioğlu özgürdür, insan özgürlüktür.
Hayır, doğa insanları aynı kalıba girmeye zorlayacak kadar yaratıcılıktan yoksun olamaz, tersine olağanüstü zenginlikte bir çeşitlilik vardır doğada. Acaba aynı türden iki birey, hiçbir zaman tamamen benzer yaratılmış mıdır? İşte tam olarak bu sonsuz çeşitlilik, organik evrimin ön koşulunu oluşturur.
İlkel insan, sınırlı tecrübesinden yola çıkarak, esas nedenlerini bilmediği doğa olaylarını açıklamak için kendi suretinde çok sayıda ruh ya da tanrı yaratır; kısacası, vahşi insan doğa olaylarını insan suretindeki güçlü ruhlar olarak kişileştirir ve kendisinin onların inayetine muhtaç olduğuna inanarak dua ve adaklarla sevgilerini kazanmaya çalışır. Doğanın çeşitli özelliklerinin bu şekilde kişileştirilmesi, politeizm için bereketli kaynaklardan biridir.
Reklam
Bildiklerinin artmasıyla insanoğlu doğanın büyüklüğünü ve kendisinin doğa içindeki acizliğini açıkça kavramayı öğrenir. Lakin çaresizliğinin farkına varması, hayalgücünün evrene yerleştirdiği doğaüstü varlıkların güçsüzlüğüne dair bir inanışı beraberinde getirmez. Aksine bu varlıkların gücüne olan inancı kuvvetlenir.... Böylece tanrılarla eşit olduğu düşüncesi ağır ağır yokolurken, tanrıları bir zamanlar onlarla paylaştığını düşündüğü doğaüstü güçlerin tek kaynağı olarak görmeye başlar.
Dünyanın hakimiyetini aralarında bölüşen birçok tanrı, her şeyin yaratıcısı ve idarecisi olan tek bir tanrı uğruna terk edildi. Örneğin başlarda Yahudiler, bu tek Tanrı'nın doğanın akışını keyfi eylemlerle düzenleyen, tutku ve çıkarlarına uygun şekilde kendisine yalvarıldığı takdirde kararlarını değiştirebilen bir varlık olarak düşünmüşlerdi. Fakat zaman ilerleyince, doğanın bütünlüğü ile doğa kanunlarının sabitliği farkedilerek bilimin her ilerleyişiyle sağlam bir zemine oturtulunca, tanrının doğadaki her olaydan bizzat sorumlu tutulması nedeniyle omuzlarına yüklenen türlü görevlerin külfetinden kurtarılması ve evrenin yaratıcısı ya da mimarı olarak doğaüstü alemde daha yüce bir konuma terfi ettirilmesi gerekli ya da akla yatkın bulunmuştur.
Sözlerimizin ve eylemlerimizin -iyi ya da kötü fark etmez- doğal ve kaçınılmaz sonuçları vardır. Günahı Tanrı bağışlayabilir ancak Doğa bağışlayamaz.
“Her rüzgârda otlar gibi eğilip bükülürsen, Dağ bile olsan bir ota değmezsin.” MEVLANA Tanrı ördeğe de ihtiyaç olduğunu düşünmüş ve ördekleri ördek olsunlar diye ördek gibi yaratmıştır. Ama ördeklerin yeryüzü serüvenlerinde başlarına gelmedik kalmamıştır. Bunun sebepleri de yine ördekgillerin bizzat kendileridir, tabiatlarıdır. Ördek
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.