Muharrem Dayanç:
"Türk edebiyatında en çok ilgimi çeken bahislerden biri “yazarlar ve anneleri”dir. Konu bu kadar genel değil elbette bahsi biraz daha daraltarak söylemek gerekirse “küçük (hatta çocuk) yaşta annesini kaybeden yazarlar”dır. Başlangıçta Tevfik Fikret (12), Ahmet Hâşim (7), Yahya Kemal (13), Ahmet Hamdi Tanpınar (14), Ziya Osman Saba
Hay; diri Yakzan; uyanış kelimelerinden oluşup ruhun, aklın dirilişi anlamana geliyor. Eserin ismi bile ne kadar hoş ne kadar derin değil mi? İçi de bir o kadar zengin ve derin.. Dünyanın ilk felsefik romanı, sembolik tarzda yazılmış bir metin olan Hay bin Yakzan birçok dünya diline çevrilmiş ve Batılı filozoflara ilham kaynağı olmuş.
İnsanın kendisini, hakikati bulma çabalarını ve bu yolda yaşadıklarını okuyoruz. İnsan hiçbir dış etken olmadan akılla "kamil insan" mertebesine ulaşabilir mi sorusuna yanıt aranıyor bu eserde. Bu soru üzerinde hayatımızın her döneminde saatlerce konuşabilir, bol bol düşünüp tefekkür edip ufkumuzu genişletmek için uğraşabiliriz. Bu eser o kadar güzel anlatmış ki tekrar tekrar okunup ders çıkarılabilir.
Önce kitabı hazırlayan kişilerin bilgilendirici önsözleri yer alıyor. Ardından İbni Sina'nın son bölümde ise İbni Tufeyl'in Hay bin Yakzan hikayelerini okuyoruz. Bana göre İbni Tufeyl'in bölümü en keyif veren bölümdü. Felsefe, tasavvuf, bilim, tarih ne ararsanız var bu kitapta. Okuması bir tık zor olabilir ama verdiği bilgiler, değindiği konular itibariyle keyifli bir okumaya dönüşüyor.
Hay bin Yakzanİbn-i Sina · Yapı Kredi Yayınları · 20214,677 okunma
#JodiPicoult
#KızKardeşimİçin 485 sy
#AprilYayıncılık
İlk başta dikişlerin şeklini onun isminin yazılışına benzetmemi hatırlıyorum.
İçimde çalışmakta olan böbreğine ve damarlarımda dolaşan kanını düşünüyorum. Onu hep yanımda taşıyorum, gittiğim her yere...
________________
Merhaba arkadaşlar 🪽
Sizlere yine empatinin kraliçesi olan Jodi
Bir kitap bittiğinde ben aynı "ben"sem, bana göre o kitap okunmaya değmez. İşte Tutunamayanlar asla bu tür kitaplardan değil. Hani bazı yazarlar da vardır, hayat değiştiren. Ve evet, Oğuz Atay kesinlikle bunlardan birisi. Hayatı genç yaşta sonlanmış, ve bizi belki de birçok şaheserden mahrum bırakmış birisidir ayrıca.
Tutunamayanlar,
Murathan Mungan’ın son romanı “995 km” Türkiye’nin 80’li yılların ortalarından itibaren girdiği terör anaforunu ele alıyor. Kitap, bu anlamda siyasî bir roman hüviyetinde.
İki isimsiz bölümden oluşan romanın özellikle başkişisi dikkatleri çekmeyi başarıyor. Küçüklüğünden beri annesiz babasız yetişen bu isimsiz adam, çıkarları uğruna derin devlet
İşte bilinmeyenleriyle Haşhaşi örgütü:
Haşhaşîler denildiğinde, akla Hasan Sabbah, onun meşhur Alamut Kalesi, bir de uyuşturduğu fedaîlerini sahte cennete sokup, kadınlarla her türlü zevki yaşattıktan sonra çıkarıp, onlara o cennete tekrar kavuşmaları için görev vermesi, fedaîlerin de “gerçek zannettiği” bu “sahte cennete” tekrar kavuşabilmek için
Merhaba arkadaşlar,
Çocukluğumdan beri çok sevdiğim bir isimdir İclal Aydın. 90'lı yıllardan beri yapmış olduğu programları, çektiği dizileri ve yazdığı köşe yazılarını sıkı takip ederim.
Dolayısıyla da yazdığı tüm kitapları okudum. Bugün ise yıllar önce ilk çıktığında okuduğum " Bir Cihan
Roman, Deborah'ın akıl hastanesine yatırılmadan önceki ve sonraki yaşamına odaklanıyor. Greenberg, Deborah'ın iç dünyasını ve yaşadığı sanrıları son derece gerçekçi bir şekilde tasvir ederek, okurları onun zihnine girmeye ve onunla empati kurmaya teşvik ediyor. "Sana Gül Bahçeleri Vadetmedim"in benim açımdan en etkileyici
@altinkitaplar 'dan çıkan goodreads 2022 en iyi ilk roman ödülünü alan,yine Amazon tarafından 2022 en iyi romanı seçilen @bonnie_garmus_author 'un #birkimyameselesi meselesi romanı ele aldığı hassas konuları işleyiş tarzı ile hak ettiği ilgiyi görmüş gibi. Hassas konular diye bahsettim.Evet yaşayan dünyanın gündeminden hiç düşmeyen cinsiyet problemi,bir diğer ifade ile kitabımızın geçtiği 1960'larda kadın olarak iş ve bilim dünyasında varlığını sürdürebilmek, varolabilmek, bireysel varlığını ispat etmek zorunda kalmak, anne olabilmek, tüm bunları aynı anda ve erkek egemen dünyanın baskı ve dayatmasına karşı başarabilmek.
Kadın sadece evde oturup çocuk bakan yemek ve temizlik yapan bir ev canlısımıdır?
Bireysel bir kimliği yok mudur?
Dünya üzerindeki aidiyeti bundan ibaret midir?
Neden cinsiyet baskısından uzak bireysel kimliğini varedebilmek ve korumak için sürekli mücadele etmek ve savaşmak zorundadır?
Tüm bunlara kim karar veriyor?
Evet bir mücadele kitabı,halen yaşayan yaşatılmaya çalışılan çarpık zihniyete bir meydan okuma.Okumakla kalmayıp mücadeleye destek olun.
Pek çok distopik romana ev sahipliği yapmış bir atmosferdeyiz. Dünya yok olmanın eşiğinde. Her yer çölleşmiş ardı arkası kesilmeyen afetler ve kıtlık dünyadaki tüm şehirleri yok etmiş. Artık güneş ışınları neredeyse öldürücü, solunan hava zararlı, kum fırtınaları içinde kalanları öldürüyor. Hayatta kalmayı başaranlar çok zor şartlarda devam
Geçtiğimiz haftalarda prömiyerini Netflix'te yapan Üç Cisim Problemi, kısa sürede en çok dikkat çeken bilimkurgu dizisi olmayı başardı. VR gözlükleri, nanomateryal teknolojisi, kuantum fiziği, proton çekirdeğinden geliştirilen casus sophon'lar derken konu bir hayli derinleşti ve nitelikli izleyicileri içine çekmeyi başardı. Bense, her
~~~dünyanın hiçbir yerinde insanlardan kaçış yok~~~
10 Nisan 1901'de bir İngiliz ailesinin çocuğu olarak Cannes'da (Fransa) doğdu. Zengin bir baba ile çocuğunu hem ezen hem de inkâr eden bir annenin kızıydı (hikâyelerinde buna dair vurgular da vardı). 14 yaşındayken babası intihar etti. Yazmaya ilk kocası Donald Ferguson'la birlikte
Tolstoy'un Anna Karenina'sı çok çeşitli insani duygulara ve zayıflıklara dair harika içgörüler içeriyor; bunların çoğu, romanın ilk kez 1878'de yayımlandığı zamanlardaki kadar bugün de geçerli.
Bunlar arasında sadakatsizlik, paranoya, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, takıntılı arzular, aile hayatının baskıları, ikiyüzlülük, dini
(DİKKAT SPOİLER İÇERİR!)
Evett.
Saat 1.37 sıcağı sıcağına okuduğum son sayfalarını meraktan adeta koparırcasına okuduğum bir Jules Verne klasiği. Ayrıca yazarın okuduğum ilk kitabıydı.
Kitap Almanya'nın normal bir kentinin sıradan bir evinde başlıyor. Sıradanlığına nazaran bir Profesörün Jeoloji müzesi denebilecek bu evde Kitap boyu kendisinin gözünden olaylara şahit olacağımız Axel, amcası Profesör Lidenbrock ile beraber yaşıyor. Bu ikilinin hayatı bir gün Profesörün eline geçen gizemli bir elyazması ile değişmeye başlar çünkü uzun uğraşlar sonucu çözdükleri bu el yazması kendilerinden 300 yıl önce yaşamış bir Simyacı'nın dünyanın merkezine nasıl ve nereden gittiğini anlatıyor. Çılgın ve dahi Profesör Lidenbrock aynı şeyi yapmak ve dünyanın merkezine ulaşma isteğiyle yeğeni Axel ile başlangıcı İzlanda'da olan ve dünyanın derinliklerine ve kadim sırlarının gömülü olduğu yer altının karanlıklarına giden büyük bir maceraya atılıyor.
İçerisinde bir çok Jeoloji, biyoloji ve Fizik terimleri olduğu için her ne kadar -pek bildiğim alanlar olmadığı için - okuduğum bazı yerleri anlamasam da kitaptan hiç kopmadım ve Jules Verne'in hayal gücüne hayran kaldım. Yeri geldi karanlık dehlizlerde insan yalnızlığını tecrübe ettim yeri geldi ıssız derinliklerde yol aldım.
Yazarın bir diğer klasiği olan Denizler altında 20.000 fersah isimli kitabını okumam için de bu eser güzel bir hazırlayıcı oldu.