Sıcacıktır Çukurun toprağı. Yumuşacık, pamuk gibidir. Kim bilir nasıl böyle un gibi yapmışlardır bu toprağı? Kara, ışıltılıdır. Yürürken ayak bileklerine kadar toprağa gömülürsün. Seher vakti düş gibi buğulanır. Işık günden değil, topraktan çıkar gibidir. Çukurun bu hali dağlarda yoktur.
Sinemanın en önemli koşulluluklarından biri, sinemasal imgenin, görülebilir ve duyulabilir dünyanın fiili ve doğal biçimleri halinde tecessüm etmesidir. Sinemada betimleme doğalcı olmak zorundadır.
...
Peki o zaman yönetmenin hayal gücü ne olacak? İç dünyamızda olup bitenler? Gece ve 'gündüz gördüğümüz bütün o düşler?
...
Beyazperdeye yansıtılan 'düş'ün, hayatta görünür, doğal bir karşılığı olmalıdır.
...
Öyleyse yapılması gereken nedir? Öncelikle, karakterin ne düş gördüğünün bilinmesi gerekir. Düşün ardında yatan gerçek, olgusal sebepleri tam olarak bilmek gerekir.
...
Ve bunların, sis perdeleri, vb. gibi sözümona birtakım kurnazlıklara başvurmadan, olanca açık seçikliğiyle, eksiksiz bir biçimde beyazperdeye yansıtılması gerekir. İyi ama düşlerin özellikleri ne olacaktır: bulanık, belirginlikten uzak, gerçek dışı gibi oluşları? Benim bu soruya verebileceğim cevap, sinemada düşlerin 'bulanıklık', 'anlatılamaz olma' gibi özelliklerinin, hiçbir şekilde belirgin olmayan görüntüler anlamına gelmediğidir.
Edebiyatın gerçek yaşamdan damıttığı, düş gücü ve yaratıcılığın imbiğinden geçirdikten sonra gerçek yaşama armağan ettiği " kahramanlar" vardır.
Örneğin, Gonçarov'un 1859'da yayımlanan Oblomov adlı romanına adını veren başkişisi. Rus aristokrasisinin toprak kölelerine dayalı yaşam biçimini amansızca eleştiren Gonçarov'un kahramanı, edebiyattaki en başarılı tiplemelerden biridir. Bu genç ve eli açık aristokrat, kararsızlığı yüzünden, sevdiği kadını becerikli ve pragmatik arkadaşına kaptırır. On dokuzuncu yüzyıl Rus toplumunun geriliği ve uyuşukluğunu özetleyen "Oblomovluk" kavramı bu karakterden türetilmiştir.
Felsefede klasik temel kategori arayışlarına sıcak bakan Bloch, 20. yüzyıl Batı Marxsizm'inden farklı olarak insanla doğal olanın ayrılmasına karşı çıkmaktadır. Ütopyacılığı onaylayışı da yeni malzemenin bilinçte belirmesine neden olan süreçleri merkezine alan bir bilgi kuramına dayanmaktadır. Radikal maddeciliği ilk kez ifade edenlerin Aristotelesçi Sol olarak tanımlanan İbn Sina ve İbn Rüşd gibi düşünürler olduğuna inanan düşünür; evrenin çeşitli olanaklara, yeniliklere, kesintilere, seçeneklere izin verecek biçimde zengin ve açık uçlu olduğunu iddia ederek dönemindeki düşünürlerden ayrılmaktadır. Umut İlkesi yapıtında Bloch, sıradan düşlerden en karmaşık mükemmellik arayışlarına dek uzanan, insanın tarih boyunca sergilediği umutlarından örneklerle, "değil" kavramına yüklediği anlamı, umutla ilişkisini detaylı olarak anlatmaktadır. Alt yüzeyde Freud'un keşfettiği unutulmuşları ve bastırılmışlıkları temsil eden "artık bilinçli olmayan" şeyler vardır. Bir düş olmaktan öteye gidemeyerek çağının gerçek eğilimlerini yakalayamayan soyut ütopyaları, çağının yükselen güçleri üzerinde temellenmiş somut ütopyalardan da ayırarak hareket eden Bloch, 20. yüzyıl Marxist görüşünden doğa-özne ilişkisi açısından ayrı düşmektedir.
Normalde duş alırken bile soğuk suyla alıyordum Albay beni buz dolu sularla uyanmaya Alıştırdığı için sorun edeceğim bir soğukluk yoktu, ılıktı.
"Yıl 2022 mekân bütün dünyaya kök söktüren Bronz'un evi. Çalışanlarının gözüne çip taktıracak kadar teknolojisi var ama gel gör ki sıcak suyu yok çünkü bir gece de fakirleşti!"
"Söylenme Hisar, söylenme!"
Bede'in anlattığı en güzel öykülerden biri, Caedmon'un öyküsüdür. Adından ötürü Anglo-Sakson değil de Kelt olduğunu sandığımız Caedmon, VII. yüzyılın ikinci yarısında, rahip olmadığı halde Whitby Manastırında oturup orada sığırtmaç olarak çalışan, okuması yazması kıt, kendi halinde, yaşlıca bir adamcağızmış. Akşamları rahipler harp çalıp ilahiler söylerken, Caedmon kendi bilgisizliğinden utanır, nerelere saklanacağını bilemezmiş. Herkesin toplandığı yerden kaçıp ahıra sığındığı bir gece, Caedmon bir düş görmüş. Düşünde gizemli bir kişi "kalk, Caedmon bana şarkı söyle" demiş. Caedmon şarkı bilmediğini, bu yüzden ahıra kaçtığını açıklamış. Ama o gizemli kişi, "gene de şarkı söyleyeceksin bana" demiş. Caedmon hangi şarkıyı söyleyeceğini sorunca, karşısındaki "dünyanın nasıl yaratıldığını söyle demiş. Caedmon bu buyruğu yerine getirmiş. Ertesi sabah uyanınca da, anımsamış düşünde söylediği şiiri. Bunun üzerine manastırdakiler, Caedmon'un doğrudan doğruya Tanrıdan esin lendiğini anlamışlar, onu rahip yapmışlar. Böylece Caedmon sıralarda ancak Latincesi okunan, henüz Hıristiyanların kendi anadillerine çevrilmeyen Kutsal Kitap'tan ona aktarılanları "paraphrase" ederek, yani gerektiğinde tümceleri ve sözcükleri değiştirip, anladığı gibi kendi diliyle yeniden söyleyerek Eski İngilizceye çevirmiş.