–Söylenecek sözüm varsa onu efendine söylerim. -Zindana atılacaksın!
– Zindana atılacaksam ağlayarak mı atılmalıyım?
-Sürgüne gönderileceksin!
– Sürgüne neşeyle, ümitle ve halimden memnun olarak gitmekten beni alıkoyan ne olabilir?
-Ölüme mahkum olacaksın!
– Homurtuyla, iniltiyle mi ölmeliyim?
-Gizlediğin şeyi bana söyle!
– Onu sana söyleyemem. Bana ait bir şey bu.
-Zincire vurun!
– Dostum ne diyorsun? Beni zincire vurmakla mı tehdit ediyorsun? Bunu beceremezsin! Sadece bacaklarımı zincire vurabilirsin. İrademi ve ruhumu asla. O her zaman hür kalacak. Jüpiter bile onun hürriyetine toz konduramaz.
-Hemen şimdi boynunu vurduracağım!
– Ben boynumun vurulmamak gibi bir ayrıcalığı olduğunu ne zaman söyledim?
Çünkü herkesin yaşamı yalnızca bir an sürer, seninki neredeyse sonuna erdi, ama hâlâ kendine saygı duymuyorsun, mutluluğunun başkalarının ruhlarında olup bitenlere bağımlı olmasına izin veriyorsun
..zamanın hızla akışını: "insanın uçarken görüp gönül verdiği bir serçenin daha ona sevdalanır sevdalanmaz, kanat çırparak gözden yitip gidişine" benzetiyor.
Bir battaniyeye sarınıyorum ve düşünmeyi bile düşünmüyorum. Tam bir huzur içinde ve aklımda belli belirsiz düşünceler, Uykuya dalıyorum dünyada olup bitenin dışında bir şeye kaygı duymadan.