Yolculuğumuz düşseldir, diyor Louis-Ferdinand.
Ana dilimle mesken tuttuğum her yerde anlatmak istiyorum onu, seksen sekiz yaşındaki bu destan, beş yıl önce hediye alındı bana; biraz da rica minnetten. Kazım Taşkent klasiklerine ilk rastladığınızda, gösterişten uzak bir nikâhla dünya evine girmek isteyen soylu çocukların davet çağrıları kağıtta fink atıyor sanırsınız: hâlbuki anlatılanlar daha derindir, hele de böylesi bir macerada. Son siper harbi, içinde reçelin fokurdadığı açık tencerelere benzetilen kesik kelleler, "saçlarının dibine" kadar silahlanmış kabız generaller, vefasız ve kendi deyimiyle beş para etmez yol arkadaşları, geceye, gecenin içinde bir yolculuk; tarihi naklen değil alenen yaşarken böylesine çelikten bir cehaletle donatılmış kızlar, sıtma, kolera, tifo, dizanteri, verem, sivrisinek, vazo suları, halüsinasyon ve gerçek bir belgesel tadında kara kıta, o zamanlar daha doğmamış Amerikan rüyasına en sağlam ve yerinde hiciv, Ford, Detroit ve bu sefer hatır ve hatıra bırakan bir gönül börülcesi, Atlas Okyanusu ve yeniden ev, tamamlanan hekimlik eğitimi, parasızlığı şiar edinen bir onur, hayal ve kırıklıkları, balçık üstüne sidik Fransa: ağır "otobiyografik" unsurlar içeren inanılmaz bir hayal gücü.. Gerçekten de, yolculuğumuz düşsel midir?...