Clay aralarındaki binlerce kilometrenin, onu Julia'nın yalanlarına ve canını yakma ihtimaline kar- şı koruyacağını düşünüyordu. Aralarındaki kilometre farkını kapatmadığı sürece sorun olmazdı. Bu yüzden de telefonu çalıp da ekranda Julia'nın adını görünce hemen cevapladı.
"Merhaba."
"Selam," dedi Julia uykulu ve
MÖ Beş Milyon: Bilinen en eski insan benzeri maymun cinsi olan Australopithe- cus Afrika'da ortaya çıktı.
MÖ İki Milyon: Homo habilis ve dişisi ellerini kullanarak yonttukları taşlarla aletler yapıyordu ve hâlâ Afrika'dan çıkmamışlardı.
MÖ 1,5 Milyon: Meşaleyi homo erectus ve femina erecta devraldı. Gerçekten de ateşi keşfeden ilk
1923 Eylül'ünde dört kişi, Beşiktaş-Dikiltaş'taki bir konakta bir dernek kurmak üzere bir araya gelmişti. Ev sahibi Reşit Saffet (Atabinen), misafirleri Hanedan damadı Osman Hami'ye, eski Kudüs Valisi Cevdet Bey'e ve eski Meclisin Maarif azasından Ziya Bey'e hizmetçiler eliyle çay servisi yapılırken, bir yandan da derneğin
Ahmer Buharalı şöyle der: Muhammed Taki Osmani zor şartlar altında, fakat büyük bir aşkla ilim tahsiline Karaçi'de başladı. Perşembe günü öğleden sonra tatil olur, talebe oynamaya gider Taki Osmani ise kütüphaneye geçer, kitaplarla meşgul olurdu. En büyük zevki kitaplardı. Babasının kitaplarını eline alır, sayfaları çevirir dururdu. O yıllar itibariyle henüz çok küçüktü. Kitabın nasıl bir şey olduğunu bilmez, sadece adına, müellifine bakar, fihristine göz gezdirirdi. Kütüphaneye girince buyük bir hazinenin içine düşmüşçesine sevinir, bir kitabı rafa koyar diğerini alırdı. Yıllar sonra bunun bereketini ziyadesiyle görür. Talebelik yıllarına ait bit anısını ise kendisi şu şekilde anlatır. Daru'l-Ulúmdaki kütuphane görevlisi sert biriydi. Talebelerin kütüphaneye girmesine pek izin vermezdi. Ben kitap muhabbetimden dolayı onunla arkadaş oldum. Ona, kütüphaneye girmem ve kitapları görmem konusunda ricada bulundum. Bir gun bana, Kardeşim! Sen uzun zamandır kutüphanede oturuyorsun. Benimse istirahat vaktim geldi, öğle yemeği için eve gitmem gerekiyor dedi. Ben de, Güzel, sen gir, dışarıdan kapıyı kilitle. ben kütüphanede kalayım, gelince açarsın, çıkarım dedim.
İsrail Devleti'nin bekası hesabına planlanan bu parçalanmanın asıl ve ehemmiyetli mihrak noktası ve hedefi Türkiye'dir. Türkiye de kürtlerle bölünecek bu süretle Türkiye'nin "arz-ı mev'ud"a dahil olan parçası bilâhare ve daha kolaylıkla yahudinin eline geçebilecektir. İsrail'in Kuzey Irak'taki kürt oluşumuna desteğinin asıl saiki budur.
Yıl 1933...
Cumhuriyetimizin 10. yılı Türkiye'nin her yerinde coşkuyla kutlanmıştı. O kutlamaları yaşayanların, bu ana tanıklık edenlerin 'muazzam' diye tarif ettiği o gün, Türkiye tarihine kazınacak bir olay daha yaşanmıştı. 1927'de Ankara Ulus meydanındaki Atatürk'ün o meşhur heykeli dikilmişti. Fakat meydan henüz
Kafkasya'da kan davaları nesiller boyunca sürerdi. Bazen çatışmalar, son adam toprağa düşene kadar günlerce sürdü, bütün aile yok edildi. Savaşacak erkek mensubu kalmayan ailelere, "fakir" gözüyle bakılır; ailenin ihtiyarları, silah tutamayacak kadar zayıf olanları ve kadınları hayatlarının geriye kalanında ücra bir nöbetçi
Şamil, saldırmayı bildiği gibi geri çekilmeyi de biliyor ve kendine güvenini kaybetmiyordu. Geri çekilme emri vermesi, aşiretlerin gözündeki itibarına gölge düşürmüyordu. Savaşta böyle inişli çıkışlı durumlar olurdu. Rusların safına geçip sonra yeniden Şamil'e katılan aşiret mensuplarına, dönek gözüyle bakılmazdı. Böyle birçok durumda
İkinci bir tip vardır: Abdullah Cevdet, İkinci Meşrutiyet'ten önceki gizli edebiyat kahramanlarından biriydi. Çevirme kitaplarını Beyazıt'taki acem sahaflardan bin bir korku ile alıp yataklarımızda okurduk. Meşrutiyette de "İçtihat" dergisi en ileri fikirlere açık görünürdü. Latin yazısına başlangıç olmak üzere ilk defa Latin rakamlarını dergisinde, kitaplarında kullanan odur. Jön Türkler
Avrupa' da, onun ne güvenilmez bir ahlakı olduğunu sezmişler ve kendisini aralarına sokmamışlardı. Abdullah Cevdet, eline fırsat
düşer gibi olunca, bir hürriyetçiden beklenen şeyin tam aksini yapmıştır. Abdullah Cevdet'in Türk milletinden hiçbir hayır ummadığını sonradan öğrenmiştik.
...
Nitekim mütareke olunca Abdullah Cevdet'in İngilizlere sığınarak onların adeta emri ile sıhhiye müdürlüğünü aldığını duymuştuk. Kürtlük davası peşine düşenlerden biri de oydu.
1040'taki Dandanakan Savaşı'ndan sonra ilk Selçuklu sultanlarının yüksek otoritesi ve merkezileşme çabaları Kürt bölgelerinin daha da hareketlenmesine neden olmuştur. Selçuklular ile Kürt aşiret ve hanedanlıkları arasındaki mücadelelerde Kürtlerin Selçuklulara yenilmesi sonucu Kürt coğrafyaları Selçukluların işgaline uğramıştır. Hakeza Gazneli tarihçi Beyhaki Dandanakan Savaşı'ndan sonra İran bölgesinde Selçukluların eline geçen bölgeleri sayarken "Dest-i Kurd tabirini kullanmaktadır. Bu "Deşt-i Kurd" Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler olmalıdır.