Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
ne eski bir tango melodisi, ne de siyah önlüklü bir mektepli kız resmi, hayır beni on sekiz yıl evvelki o tatlı hatıraları alemine atan, gazetede götürdüğüm iki satırlık, kupkuru, alalade bir kiralık ilanı oldu. o anda pendik sahilleri birden gözümde canlanıverdi. o köşk...o köşkün bizim bahçeye bakan penceresi...ve o pencereden mahinur...sarı
"Bazı tesadüfler insana elli senede öğrenemeyeceği şeyleri iki dakikada öğretiyor."
Sayfa 21 - İnkılap KitabeviKitabı okudu
Reklam
“Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
"...Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz. Mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi. Bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının
"...Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz. Mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi. Bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının uçsuz bucaksız denizinde bocalarken karşına uzun zamandan beri görmediğin bir ahbap çıkar. Kılık kıyafetinin düzgünce olduğunu görür görmez derhal aklına kendi meteliksizliğin gelir ve gafil dostundan, talihin varsa, bir iki lira borç alırsın... İşte ondan sonra mucize başlar. Şiddetli bir rüzgâr ruhundan bir sis tabakasını sıyırıp götürmüş gibi içinin birdenbire aydınlandığını, bir hafiflik, bir genişlik duyduğunu görürsün. Eski sıkıntı pır deyip uçmuştur. Gözlerin etrafa memnuniyetle bakar ve sen de gevezelik edecek bir arkadaş aramaya başlarsın. İşte, iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kâğıt başarır. Sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın, gökyüzünde birkaç yüz metre daha yükselen bir bulut, yahut ensene doğru esen serince bir rüzgâr, yahut o esnada aklına gelen zekice bir fikir, sana bu değişmenin sebebi gibi görünmek ister. Fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir, cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek, rüzgârın serinliğini hissetmek, hatta akıllıca şeyler düşünmek mümkün olmuştur... Kalk, iki gözüm, iskeleye geldik. Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hâkim olacağız.
Reklam
Memleketimden insan manzaralarına kimler malzeme vermemişler dir ki?.. Yayalar köylü İbrahim’ler, Çorbacı Mehmet’ler, Laz Eyüp Ağa’lar, İlyas Kaptan’lar, Balkanlı Muhacir’ler, Azerbaycanlı Şükrü Bey’ler, Galip Usta’lar… Galip Usta…Onu hapisten çıktıktan sonra tanıdım, ahbap oldum ve müthiş sevdim. Ama o şimdi eski Galip Usta değil… Ellisine
Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
Hafız Aziz
Bursa’da tanıştığım bir kitapçıya gittim. -“İngilizce ders verilir.” diye bir kağıda yazsam da, sizin dükkanın camına kağıdı yapıştırsam, nasıl olur? -İş çıkmaz! dedi.
Adam YayınlarıKitabı okuyacak
Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız.
Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak,
Reklam
İnsan ne anlaşılmaz bir mahluk.Şantajcı,çingene falan gibi sıfatları bile icabına göre hazmediyor.Tek enayi demesinler diye.
Nereden tanıyordum Ali’yi? Salzburg’ta felsefe bölümünde lisans ve yüksek lisans öğrenimimi tamamladıktan sonra Viyana’da doktora yapmaya ve oraya yerleşmeye karar verdim. Viyana’ya yerleştikten sonra orada tahsil gören bazı insanlarla tanıştım. Bir müddet sonra bu insanlarla ahbap olduk ve bana da yakın oturdukları için bazen onlara muhabbet etmeye giderdim. İşte bu dostların oturduğu evin sahibiydi Ali ve kapıları yan yanaydı. Çok eski henüz restore edilmemiş bir binanın ikinci katında otururlardı. Ne zaman oraya gitsem yeni hikâyeler dinlerdim. Ali yine eve gelmiş ve karısını dövmüştü ya da Ali kiraya zam yapmıştı. Ali’nin karısı hiç evden çıkmazdı. Buna izin yoktu. Arkadaşlar aylık kirayı ödemek için kapıyı çaldıklarında dahi kapıyı açmaz ve “kirayı beyim eve gelince gelin verin” derdi. Kadın adeta bir hapis hayatı yaşıyordu. Kocası Salvador Ali devletin verdiği işsizlik parasını da kahvehanelerde yiyip bitiriyordu. Tek varlıkları bu virane evleri ve kiraya vermek için böldükleri, arkadaşların oturdukları diğer taraf idi.
Adam buna yüklü para vermiş ve adamı vatandaş etmek için para karşılığında evlenmiş. Ben yurdumdan sürüldüm, vatanımı terk ettim. Ne daşım kaldı ne toprağım. Gençtim toydum, âşık oldum. Köyümde kalsaydım belki de orada âşık olacaktım ki orada da sevdiğim biri vardı. Kader işte! Ne diyeyim! Şimdi hapisten çıktığımdan beri gözlerime uyku girmiyor. Birkaç kişi var bana az buçuk maddi yardımda bulunan. Onların verdikleriyle geçiniyorum. Graz şehrinde bir ağabeyim var, ancak onunla da irtibatım koptu. Yersiz, yurtsuz, günsüz, gecesiz kaldım. Aşka tutundum olmadı, şimdi hayata nasıl tutunacağım bilemiyorum,” dedi uzunca. Sessizce Fesih’i dinledim. Arada sırada yapayalnız yürürken gördüğüm birinin, meğer ne hikâyesi varmış! Körler yan masada kızgın bir şekilde kumar oynamaya devam ediyorlardı. Fesih’e ne diyeceğimi bilemedim. Meryem’in Barı’nda, gecesi tükenmeyenler ve ayrı kompartımanlarda gizlenenler yolculuğa çıkmışlardı. Kendilerini örtecek bir tünel karanlığı arıyorlardı. Mekânın sahibi yanıma geldi ve ne iş yaptığımı sordu. “Felsefe tahsili görüyorum” dedim. “Tam yerine geldin öyleyse! Buraya arada sırada Peter Handke de uğrar, hatta bir defasında burada Srebrenitsa’da soykırıma bulaşmış eski bir Sırp askeriyle tanıştı ve onunla ahbap olup Bosna’ya seyahat etti. Sonra nedense Sırpları kayıran bir kitap yazmış. Öyle duydum,” dedi. Dün bugündür, bugün dündür. Mekân sahibi bunu deyince aklıma Cemil Meriç’in bir cümlesi geldi: “Avrupalının yazdığı tarih, Hıristiyan Avrupa’nın gururunu okşayacak bir masallar yığınıdır.”
390 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.