"- O öldü, bu öldü, şu öldü. Neslimden 'hayat mı, eser mi?' diye dört dönen, ama son nefesinedek zarını delemeyen bir Burhan Toprak vardı, öldü. Kâh kırmızı, kâh siyah, kâh tek, kâh çift, zıplayıp duran ve asla hanesini ve numarasını bulamayan, fakat örgüsünde kaliteli nakışlar bulunan bir Peyami Safa vardı, öldü. Keyfiyet iklimlerinden geçip de salladığı çiçeklerin kokusunu yutamamış
bir Ahmed Kutsi, bir Ahmed Hamdi vardı, öldüler. Babıâli havasının aşıladığı ihtilâç hastalığına misal, bir Deli Nizam, bir âsi Celâl Sılay vardı, öldüler. İki istanbul efendisi, (istanbolin)li eski Babıâli tipi, güzel ve çirkini tayinde usta, bir Ziya Osman Saba, bir Asaf Halet Çelebi vardı, öldüler. Akbabacılarından tenekeci münekkitlerine, düdükçü şairlerinden yankesici fikriyatçılarına
kadar, öldüler, öldüler.
Ben kaldım! Eşyası taşınmış bomboş bir odada, kırık bir sandalyeye ilişmiş, kare kare renkli camlardan, batan güneşin ışıklarını seyreder gibiyim.
Keşt-i ümit lenger aldı,
Ben kaldım o söz lebimde kaldı.
Diyen büyük usta Şeyh Galip gibi düşünemem. Allahın, âyetiyle (sana verdiğim
nimetleri dile getir!) emrine sığınarak, bir tohum attığıma ve bu tohumun şimdiki ahlatları yarın, ışıklı ve cevherli meyvelere çevireceğine inandığımı söyleyebilirim.
Gerisini emanetçilerim düşünsün!.."
İşte geldik gidiyoruz,
Şen olasın Halep Şehri!