Bize özgürlükçü ordu gerekiyor. Bu nedenle halk kitlelerini kendi tarafımıza çekmek zorundayız. Onları kazanmak zorundayız,” diye devam etti Georg.
“Ama nasıl!?” diyerek onun sözünü kesti Franz. “Sen bize işçi ve zanaatkârlarla birlikte olmayı mı teklif ediyorsun? Onlar ki, pis işlerinden başka hiçbir şey bilmezler. İşçiler, despotizme karşı savaşmaya kalkışacaklarına otursunlar okuyup yazmayıöğrensinler ilk önce. Fakirler, kendi istekleriyle olmasa bile sosyal gelişimi, ilerlemeyi engelliyorlar...”
“Evet, haklısın. Bizden işçilerle vakit kaybetmemizi istiyorlar,” diye bağırdı tıpçı Wilhelm birasını bitirerek. Büchner’in konuşmaları, kıvırcık favorili, süslü, şişman biri olan Wilhelm’i kudurtmuştu. Büchner, öfke dolu bakışlarını karşısındaki üniversitelilerde gezdiriyor, dişlerini sıkıyordu.
“Evet, halk, siyasetin teorik sorunlarıyla ilgilenmiyor,” diye başladı Georg kısık bir sesle, kendisini tutmaya çalışarak. “Ama biz bunun nedenini biliyoruz. Seçme hakkına bile sahip olmayan bu insanlar, neden siyasetle ilgilensinler ki? Ağır vergilerin altında ezilen, her gün açlıkla karşı karşıya olan köylüler, nasıl gazete okuyabilirler? Bunu yapabilmek için ne paraları, ne de zamanları var. Okur-yazar da değiller. Biraz da aşağıya inin. Gidin o insanların yanına, onlarla kendi dillerinde konuşun, ihtiyaçlarını konuşun; ancak o zaman sizi anlayabilirler. Köylülere, zaten hiçbir anlamı olmayan anayasadan bahsetmeyin. Yoksulluklarını, açlıklarını konuşun ve o zaman onların zaten arkanızda olduğunu göreceksiniz. Çünkü onları artık kazanmış olacaksınız."