Evet, biz kendimize benzeriz, biz iyilikle kötülüğün eşi bulunmaz bir alaşımıyız; biz kültürden, Schiller’den yanayız, ama meyhanelerde çıngarlı içki âlemleri yapıp sarhoş arkadaşlarımızın sakallarına dalmaktan da geri durmayız. Bizim de iyiliğin, güzelliğin tutkusuna kapıldığımız olur ama, bu ancak her işimiz yolunda, düzeninde gittiği zamana mahsustur. En yüce idealler uğruna kendimizi feda etmeye hazırız, evet, feda etmeye… Yalnız bunların elimize zahmetsizce, gökten zembille iner gibi geçmesi şarttır, bedavadan, tamamen karşılıksız olarak… Vermeyi zerre kadar sevmezsek de almaya —ne olursa olsun— bayılırız. Bize dünyanın çeşitli nimetlerini sunun (hem çeşitli olacak, aşağı kurtarmaz!), daima nabzımıza göre şerbet verin, o zaman biz de, size ne kadar iyi olabildiğimizi ispat ederiz. Açgözlü değiliz ya, gene de paraya karşı istekliyiz; hem çok, alabildiğine çok para olsun! Bu kadar paramız olunca nasıl eli açık olduğumuzu, “adi maden”i nasıl hor görerek sefahat âleminin bir gecesinde altından girip üstünden çıktığımızı göreceksiniz! Para veren olmazsa, istedikten sonra bulmasını bildiğimizi de gösteririz.