Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.26
...Endless...
...Endless...
@g_endless
Veritatem dies aperit.
303 okur puanı
Nisan 2016 tarihinde katıldı
Bir önceki mektuplaşmaların ardından bu kitabın okunması gerekiyordu. Hem Virginia Woolf'un yaşamından, hem de onun Bayan Dalloway adlı ünlü romanından bahseden Saatler, üç kadının yaşamlarını üç ayrı zaman diliminde sunuyor: Virginia Woolf, New York'lu editör Clarissa Vaughan ve Kaliforniyalı ev kadını Laura Brown. Birbirinden bağımsız görünen ama göndermelerle ve ortak kahramanlarla hem birbirinin içine yansıyan, hem de Bayan Dalloway romanına bağlanan öyküler, toplumun koyduğu kurallara yüreklice karşı koyan, aşk ve dostluk, umut ve umarsızlık, başarı ve başarısızlık kıskacında sıkışıp kalan insanların yaşamlarından çarpıcı kesitleri anlatırken, varoluşumuzun nedenlerini de sorguluyor. Başlangıçta sıkıcı olmakla beraber berrak, güçlü ve şaşırtıcı derecede şiirsel bir anlatımla işlenen Saatler'de, bu üç kadının iç dünyalarının en kuytu köşelerine kadar tutku dolu, derinlikli ve çok etkileyici bir roman, bir başyapıt yaratmış. Sıra filmin de.
Açıkcası hayal kırıklığına uğradım diyebilirim. Genellikle yapılan yada yapılacak olaylar üzerine karşılıklı plan ve yoruma dayalı bir mektup silsilesi. Çok da açık olmayan anlatımların içerisinden aşka dostluğa dair bir şeyler de çıkmıyor değil ama bir Rene Vivien'dan Kerime'ye Mektupların tadını hiç vermiyor. Virginia Woolf'dan ziyade daha çok Vita Sackville'ın edebi kişiliğini bir nebze de olsa yansıtan bir kitap. Okuduktan sonra Vita'nın eserlerini daha çok merak eder oldum. Ama burda tabiki Virginia Woolf gibi dahiyane bir kadın okunmaz anlamı çıkmıyor. Özetle beklentilerimi karşılamasa da iki kadının yaşam şekilleri ve edebiyatı hakkında fikir edinmemi sağladı.
Virginia Woolf ve Vita Sackville-West MektuplaşmalarıVirginia Woolf · Agora Kitaplığı · 201652 okunma
"Hazır, ütopya ve distopyaları okumaya başlamışken "Biz"i okumamak olmazdı elbette. Distopyalar için önemli bir öncül olan kitapta fütürizmin sıkıcılığı dışında kurgu, oldukça güzeldi. Fütürizmin sıkıcılığı diyorum çünkü her şeyin demirlere, dişlilere, çarklara, sayılara benzetilmesi, duyguların bile sayılar üzerinden betimlenmeye çalışılması (elbette içinde bulunan dünya ve karakterimiz bunu gerektirdiği için) sıkıcıydı fakat distopya meraklılarına hararetle öneririm."
Okur Takip Önerileri
Bir kadın nasıl olur da bu kadar şahane aşkını dile getirebilir hayretler içinde kaldım, özendim, imrendim. Günümüz aksine aşık olmak için ille de birlikte olmak gerekmediğinin en güzel örneklerinden biri. Kaldı mı böyle insanlar yeryüzünde acaba!!
Carmilla genç bir kız ile esrarengiz bir kadının ilişkisi üzerine kurulu bir hikaye. Konuk olduğu şato ve çevresinde kısa sürede dehşetin ve ölümün mıknatısı haline gelen edebiyatın ilk lezbiyen vampirinin öyküsü. Kadınları, karanlığa eğilimleri ve ölüme yakınlıklarıyla, içimizdeki vampire ayna tutuyor. Lezbiyen aşk, kıskançlık ve cinsel arzunun kıskacında, Carmilla, vampir motifini yüzümüze vuruyor. Peki tavsiye eder miyim? Açıkçası eğer hayalet öyküleri okumayı seviyor ve Carmilla'yı da duymuşsanız neden olmasın? Çünkü yazar gerçekten de dönemine göre korkuyu yansıtmakta oldukça başarılı ve anlatımı da bu konuda oldukça iyi. Yine de çok şey beklemeyin, sonuçta bir günümüz kitapları değil ama kendi döneminde ve klasmanında bir kült olduğunu kabul etmek gerekir.
Euthyphron'da İÖ 399 yılında dinsizlik ve gençlerin ahlakını bozma suçlamalarıyla yargılanıp idama mahkum edilen Sokrates'in yargılanmasından hemen önceki süreç anlatılmaktadır. Diyalog, Sokrates'in, mahkemesinden hemen önce, kendisine atfedilen suçlamanın tebliğini almak, Euthyphron'un ise kölesinin ölümüne istemeden de olsa sebebiyet veren babasını dava etmek üzere geldiği kurumda karşılaşmalarıyla başlar. Sokrates, Euthyphron tarafından kendisine yöneltilen dinsizlik suçlamalarını, her zamanki gibi soğukkanlılıkla karşılarken, meşhur çürütme yöntemiyle Euthyphron'u konuşturarak neyin dinle alakalı, neyin din dışı olduğu konusunu göz önüne serer.
Sokrates ölüme mahkûm edilmiştir; suçu devletin tanrılarını inkâr etmek, gençleri yoldan çıkarmaktır. Dostu ve öğrencisi Kriton, öteki dostlarının da yardımıyla, suçsuzluğuna inandığı Sokrates'i hapishaneden kaçırmak, ölümden kurtarmak ister. Ancak bu kaçırma eylemine engel olan dış etkenler değil, Sokrates'in kendisidir. Platon Sokrates'i, kaçıp yasaları çiğnemektense ölümü yeğ tutan bir filozofun son gününü, ölümsüzleştirir ve böylece ölürken bile düşüncelerinden ödün vermeyen felsefenin bu büyük şehidini anıtlaştırır.
İlk sayfadan itibaren hayatının aşkını bulmaya girişen ama bunda pek de başarılı olamayan gösteri amaçlı 3 dolar karşılığında insanlara uçuş keyfi yaşatan bir pilot olarak karşımıza çıkıyor ana karakter Richard. Yazdığı ilk romanın çok tuttuğu haberini almasıyla kendisini bir film stüdyosunda, kitabının filmi çekilirken buluveriyor. Stüdyoda tanıştığı aktrist Leslie, yazarı, aşk ve kendi prensipleri arasında bir savaşa sürüklüyor.
Sevmenin anlamını, sevgiden korkmayı, insanların kendi kendilerine inşa ettiği görünmez duvarları, zoru görünce kaçmayı, mükemmel ve kusursuz eş kavramlarını, yalnızlığı, paylaşımı, aşkı, kaybetmeyi, yeniden başlamayı, hayattaki seçimleri, umutları, bir gelecek kurabilmeyi düşündürür bu kitap ve bittiğinde gülümsetir.
Yazarın söylemiyle:
“Bu öykü ölmekte olan bir şövalye ve onun hayatını kurtaran bir prenses hakkındadır.”
"Kritias, Platon'un geç dönem diyaloglarından biridir. Diyaloğa adını veren Kritias, yaptığı uzun konuşmasında eskiden rahiplerin anlattığı ve Solon'un da kaydettiği savaşlardan, Akropolis'ten, şehrin yapısından ve nasıl kurulduğundan söz eder. Platon'un kayıp ada Atlantis'ten de söz ettiği bu diyalog, aynı nedenle felsefe dışı alanlar açısından da büyük önem taşır.
Erken dönem diyaloglarından olan Kharmides ise, bilgelik konusunu ele alır. Ölçülülük, bağlantılı ele alınan bir başka konudur. Diyalog, Kharmides'in bahsettiği dört bilgelik tipinden hiçbirini onaylamayan Sokrates'in bakış açısıyla, bilgeliğin ne olduğundan çok ne olmadığı noktasına varılmasıyla sonuçlanır."
500 sayfalık olmasına rağmen çok akıcı ve sürükleyici olan bu biyografi kitabı Atatürk'ün ülkenin barışı adına bir çok insanla yazışmasını, tarihi zaferlerini, Anıtkabir'in yeriyle alakalı olmak üzere birçok bilinmeyeni içermektedir. Aynı zamanda Atatürk'ün kişiliği ve derin karakteri üzerine verdiği örneklerle bambaşka yönlerini öğrenmemize fırsat tanımaktadır. Resimli anlatımıyla insanı daha çok etkilemektedir. Sade ve muhteşem tasarımıyla diğer benzeri biyografik kitaplarından faklı olarak sadece isminin yazılı olduğu, sonlara doğru iyice duygu yüklü olan bu kitap adeta bir belgesel tadını alırken, Atatürk yaşarken ve öldükten sonra dünyada olanları da işlemektedir. Atatürk'ün kritik hastalık sürecini ve hastalığın teşhis sürecini detaylı şekilde anlatan, kesinlikle raflarda yerini alması gereken bu ve benzeri kitapları bir ülkenin kurucusunu, kahramanını öğrenmek adına okumamız gerektiğini düşünüyorum. Keşke daha önce okusaydım dediğim kitaplardan biri oldu.
Sokrates, kendinden sonraki bütün düşünce sistemlerini değiştirmiş bir filozoftur. Bunun en önemli kanıtı ise halkı dinden uzaklaştırdığı gerekçesiyle kendini idama mahkûm eden Atina Mahkemesi’ndeki tarihi savunmasıdır. Öğrencisi Platon tarafından kayda geçirilen bu savunma çağları aşan bir metin olarak günümüze kadar ulaşmıştır. “Sokrates’in Savunması”, sıradan bir eser değildir. Antik Yunan’da mahkemelerin yapısı ve işleyişini ele alır. Sokrates felsefesinin temelleri hakkında bilgi verir. Aynı zamanda cehaletle nasıl mücadele edileceğini de gösteren sihirli bir reçetedir. Felsefeye meraklı kişilerin kesinlikle ilk okuması gereken eserlerden biridir.
Doğru ve yanlış olanı seçme özgürlüğünün istikrar adına insanların elinden nasıl alındığını, insanların tabiatına aykırı işlerin onların iyiliği için onlardan daha akıllı olanlar tarafından nasıl yaptırıldığını ve daha başka bir çok şeyi, distopik bir anlayışla anlatan bir eser. Normal algısının değişebilirliği de dikkat çeken bir kısım romanda. Cesur Yeni Dünya’nın ve Ayrı Bölge’nin normallerinin farklılığı, “normal” dediğimiz kavramın tamamen toplumsal algılar tarafından oluşturulmuş olduğunu gösteren bir örnektir. Teknolojinin insanları tek düze hale getirebilme ihtimalini kitaba ayrı bölgeden gelen, uygarların vahşi diye tanımladığı, geçmişi bilen, dini inanışı olan, edebiyatı ve tarihi seven, gurur onur gibi kavramlara son derece değer veren ve modern dünyada neredeyse uzaylı muamelesi gören Vahşi karakteri ile dünyanın nereye doğru gidiyor ya da gidiyor olabileceğini düşündüren, sorgulatan bir eser olarak kaleme alınmış Cesur Yeni Dünya. Edebi yönü çok yüksek olmayan ancak okunmaya değer bir distopya bence.
"Tarihin 2400 yılını kapsayan bu kitap, Sokrates ve Sappho'dan Michelangelo Signorile ve Madonna'ya, Oscar Wilde ve Redclyffe Hall'dan Rock Hudson ve Martina Navratitova'ya, Leonardo da Vinci ve Büyük İskender'den Liberace ve Larry Kramer'a gay ve lezbiyen hayatının çeşitliliğinin ve sınırlarının yol haritasını çıkarıyor. Paul Russell, bu kolektif kültürde etkileri büyük olan kişileri seçip, katkılarını ve etkilerini ölçerken, eşcinsel bilincinin arkeolojisini yapıyor; eşitlik ve görünürlük arzusunun izlerini sürebileceğimiz bir mercek parlatıyor."
Kitaba ismini veren ikigai ideolojisi her insanın yaşamının bir amacı olması gerektiğini ifade ediyor. Kitaba göre ikigai, “yaşam” anlamına gelen “iki” sözcüğü ile, hedef, amaç, gaye gibi anlamları karşılayan “gai” sözcüğünün birleşmesi ile oluşuyor. Kitapta ikigai kavramı için “sabahları yataktan çıkmak için bir sebep” şeklinde zarif bir tanımlama yapılmış. Bu tanım okuyucu olarak bizleri sorgulamaya sevk ediyor. Kitabın temelinde aslında tutku ve hevesten söz edildiğini anlıyoruz. İnsan ancak hayata tutku ile bağlandığı zaman mutlu ve uzun yaşayabiliyor. Sakin bir gününüzde elinize aldığınızda hemen bitirebilirsiniz. Kitapta yer alan bilgilerden öte Okinawa adasında yaşayan halkın hayata dair bakış açısını anlamak adına keyifle okunacak bir kitap. Hayattaki ikigai'nizi bulmanız dileğiyle.
Parmenides gökyüzünde bir atlı arabada ona sürücülük eden Helios (güneşin kızları) ile birlikte geceden gündüze götürülür. Gözcülüğü ceza yağdıran tanrıça tarafından yapılan ve herkese açılmayan bir kapıdan geçerler. Karşılaştıkları adalet tanrıçası Dike orada olma haklarını doğrular ve ona "tüm şeyleri," hem gerçekliği hem de ölümlülerin yanlışlıkla inandıkları sanıları öğretme sözünü verir.
Her felsefe metni gibi, okuduğunuzu düşünerek ilerlediğiniz için zaman alıyor. Parmenides’e göre, evrende değişen hiçbir şey yoktur. Gerçeklik, yani varlık, mutlak anlamda birdir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez; o ezeli ve ebedidir; onda hareket ve değişme yoktur.
Benim gibi felsefeye doğru bebek adımları atmaya başladıysanız ya da ilginiz hafiften o yöne doğru meyilliyse okumanızı öneriyorum bu şiiri. Zira bir tek kerede hazmedilecek bir şiir olmasa da okumaktan keyif aldığımı belirtmek isterim.
Eski Yunanlı filozofun ateşe, suya, toprağa, güneşe çıplak akılla bakarak evrensel yasaları çözmeye çalışması, diyalektik düşünceyi gözlem yoluyla keşfetmesi, her şeyin sürekli bir akış halinde olduğunu sistemli bir biçimde açıklaması ve tüm bunları açıklarken birkaç sözcükte indiği o büyük derinlik kitabı tanımlamaktadır. Her satırı alıntı olabilecek, kısa gibi görünen şiir tarzında çevirilerin her biri üzerine oturup sabaha kadar kafa yorsan yeridir. M.Ö. 500’lü yıllarda yazıldığı düşünüldüğünde, o zamanın şartlarında akıl yoluyla yapılan çıkarımların oldukça etkileyici olduğunu düşünüyorum. Kendisine “karanlık” denilen bu adamdan, değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu öğreniyoruz.
Eski Yunanlı filozofun ateşe, suya, toprağa, güneşe çıplak akılla bakarak evrensel yasaları çözmeye çalışması, diyalektik düşünceyi gözlem yoluyla keşfetmesi, her şeyin sürekli bir akış halinde olduğunu sistemli bir biçimde açıklaması ve tüm bunları açıklarken birkaç sözcükte indiği o büyük derinlik kitabı tanımlamaktadır. Her satırı alıntı olabilecek, kısa gibi görünen şiir tarzında çevirilerin her biri üzerine oturup sabaha kadar kafa yorsan yeridir. M.Ö. 500’lü yıllarda yazıldığı düşünüldüğünde, o zamanın şartlarında akıl yoluyla yapılan çıkarımların oldukça etkileyici olduğunu düşünüyorum. Kendisine “karanlık” denilen bu adamdan, değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu öğreniyoruz.
"Köşe başındaki dükkandan sigara almaya gideceğim diye evinden çıkıp da bir daha geri dönmeyen adamın hikayesini mutlaka duymuşsundur, canım benim. Böyle evini terk edip kaybolan on binlerce insan var her yıl Amerika'da ve Avrupa'da... O güne dek yaşadıkları hayattan nefret ettikleri için her şeyin üzerine bir sünger çekiyorlar."
Charles Duhamel Paris'in en ünlü avukatlarından biri olmasına rağmen artık yaşadığı hayattan zevk almamaktadır. Ama her şeyi bırakıp gitmeye de cesareti yoktur. Karısı ile büyük bir aşk yaşayarak evlenmiş olmasına rağmen 8 yıl sonra bu aşk bitince hayatı çekilmez hale dönüşmüştür. Bir gün Viyana'da ki dostundan gelen telefonla hayatı değişir. Telefon konuşmasından sonra Viyana'ya uçar. Uçak inmeye yakın teröristler tarafından yerleştirilen bombanın patlamasıyla alev topuna dönüşür. Bu kazadan canlı olarak kurtulan tek kişi kendisi olmasına rağmen bunu kimse bilmemektedir. Bu onun ve başka hayatlar için yeni bir başlangıçtır.
Nükleer silahlanmanın ve her an bir tehdit olarak kendini hissettiren olası bir dünya savaşının baskısını üstünde hisseden bir toplumun dünyasını anlatırken, bir yandan bir aşk öyküsünü, diğer yandan da Almanya'da o zamanlardan başlayarak yükselmekte olan yabancı düşmanlığını dile getiriyor.
Kitabın ön sözünde gerçek bir olaydan söz edildiği ve insanların isimleri değiştirilerek anlatıldığı yazılmaktadır. Bu gerçek hayat hikayesinde aşk, polisiye, zeka gibi kavramları fazlası ile bulunmasının yanında hüzünlü bir sona sahip olması da insanı fazlası ile etkiliyor.
Özet
* Samimi ilgi göstermek
* Gülümsemek
* İsim ile hitap etmek
* İyi bir dinleyici olmak
* İnsanların ilgi alanları ile ilgili konuşmak
* İnsanlara önemli biri olduğunu hissettirmek
* İnsanlarla tartışmamak
* İnsanlara yanlış düşündüğünü söylememek
* Kendi yanlışını kabul etmek
* Söze dostane başlamak
* Evet dedirtecek şekilde sorular sormak
* Karşındakinin konuşmasını sağlamak
* Fikrin kendisinin olduğu izlenimini vermek
* Empati kurabilmek
* İnsanların isteklerine sempati göstermek
* Fikirlerini somut şeylerle ifade etmek
* İnsanları özelliklerini ortaya çıkarmaları için teşvik etmek
* İnsanlara hatalarını dolaylı bir şekilde anlatmak
* Kendi hatalarından bahsederek eleştirmek
* Emir vermemek, rica etmek
* Karşındakinin gururunu okşamak
* En küçük bir şeyi bile takdir etmek
* Yanlışların kolayca düzeltilebileceğine inandırmak
* Yaptırmak istediğin şeyi karşındakine sevdirmek
Tanrılar Diyarı
Kitap yazarın kendi kurgusundan ziyade, mitolojide bulunan birkaç hikayeyi kendi yorumuyla anlattığı bir kitaptır. Aynı zamanda kitabın başında karakterleri tanıttığı kısım ve sonunda sözlükçe ve notlar bulunuyor. Akıcı, anlaşılır ve basit bir dili var. Benim gibi İskandinav mitolojisi hakkında pek bilginiz yoksa önerim kesinlikle bu kitap olur. Kitabı okuduktan sonra temel birkaç hikayeyi ve tanrıları az çok tanımış olacaksınız. Özellikle Odin, Thor ve Loki’yi çok güzel bir şekilde tanıtıyor. Ragnarok’e yani Tanrıların nihai kaderine ve yeniden doğuş hikayesine de değiniyor. Benzeri pek fazla kitap olmadığından o dönemki tanrıları öğrenmek adına okunması gereken bir kitap.
“Ölüm, tüm yaşamları mümkün kıldı.”
Parçalanmış Yansımalar
Her kitabında ayrı dünyaları getirip beynimize yer edindiren yazarımız bu kez yine aynı şeyi yapıyor ve bize başka başka hayatlar, başka başka hayaller sunuyor. Kötü, sert, pis ve şiddet dolu bir distopik zaman. Enteresan bir kadın ve vahşet dolu bir çocuk katliamı. Gerçek kötü adamlar; tabi her ne kadar çok kötü de olsalar içlerinde bir yerlerde bir iyilik kıvılcımı var. İnsanların iyisi çok az. Ölüm çok ama çok kolay. Hatta belki de olması en kolay şey ölüm. Geriye kalan her şey çok zor. Yaşamda kalabilmek bile büyük bir marifet. Durum böyleyken bir de intikam alma hırsı çıkınca işte o zaman durum daha da bir içinden çıkılmaz hale geliyor.
Kitapta anlatılan gelecek dünya, çevre ve kişilerin betimlemeleri ile anlatılmaya çalışılan atmosfer kadar hikayenin ilerleyişi ve okuyucuyu içine çeken olaylar bütünlüğü dikkatinizi dağıtmıyor. Sürekli hareket halinde olan akıştan kendinizi alamıyorsunuz. Zaten siz “Bu demek buradan geliyormuş.”, “Aaa hiç böyle olduğu aklıma gelmemişti.” gibi tepkiler verip dururken bir bakıyorsunuz kitap bitmiş bile. Hem de olmasını hiç tahmin edemediğiniz bir son ile… Daha fazla bilgi vermek istemem kitap ile ilgili. Ama şunu söylemek yanlış olmayacaktır; bu bir distopya evet ama bu bir hayat aynı zamanda. Hem de en gerçeğinden, en sertinden ve aynı zamanda Aşk’la dolu bir hayat.
ölümsüz aşk
Bu kitabı o kadar isteyerek ve büyük bir merakla okumaya başladım ki bittiğinde, beni hayal kırıklığına uğratmadığını ve dahası aşka dair umutlandığımı görmek benim için çok anlamlı. Özellikle betimlemelerinin sadeliğiyle kitap o kadar akıcı bir şekilde ilerliyor ki kafanızda kitaptaki tüm sahneleri yaşayabiliyorsunuz. Kendisinin tarzından ve anlatmak istediklerinden çok keyif aldım yine. Karakterlerinin çeşitliliği ve karakterlerin olayların akışında bize sunduğu performanstan sinema keyfi yaşadım. Kitaptaki en sıradan görünen karakterlerin bile – buna arabanın arkasından bakıp kalan köpek de dahil – hikayeye ne büyük bir katkıda bulunduğunu kitabı bitirdiğinde daha iyi anlıyor insan. Basit gibi görünen cümlelerin aslında üzerine düşünülecek derin anlamlar taşıdığını fark ediyor. Hayatınıza bir es verip hem düşünmek hem de aşka dair inancınızı tazelemek istiyorsanız kesinlikle tavsiye ediyorum.
Ütopik Kuir Dünya
Akıcı ve net bir anlatıma sahip Şeyda Aydın’ın kitaplarından okuduğum ilk kitap olan Diğer Evrenin Senaristi, ilk sayfalardan sonra öylesine bağladı ki beni, kendimi bir anda kitabın ortalarını geçmiş, sersemlemiş ve sarsılmış bir halde buldum. Zira hem ütopik bir ülke olan Netta’nın huzurunu, hem de gerçek aşkın cinsiyet tanımayan yalın halini öylesine güzel kaleme almış ki Sayın yazarımız, gerçek yaşama dönüş epey hayal kırıklığı yarattı. Anlattıklarını o kadar içtenlikle, o kadar güzel bir biçimde anlatıyor ki sanki dinler gibi okudum kitabını. Üzücü olduğu kadar düşündürücü olan ülkemiz koşullarında, fantastik bir dünyada kuir temalı bir eser yazarak bence ileride ders notları arasına girecek kadar da bir ilki başarmış kendisi. Özetle; hem dil anlamında hem kurgu anlamında, homofobik olmayan ve bilim kurgu seven sevmeyen herkesin zevkle okuyabileceği bir kitap Diğer Evrenin Senaristi.
