Evet, epey zaman oldu bir #ahmetümit kitabı okumayali. Yıllarca bu yazardan okumaya neden direndim, hâlâ anlamış değilim. Şimdi benim bir kırmızı cizgim var. Şöyle; bir yazar siyasi görüşünü tamamen yazdiklarina işlerse bundan kaçınırım. Zira buna din de dahil. Düşüncelerinizi bir yere kadar paylaşabilirsiniz ama edebiyatı propagandaya
Gerçek özgürlük, hem sosyal hem bireysel
ölçekte, insan için çoğu kez kaygı vericidir. Bir yandan
özgürlüğü her şeyden çok isterken öte yandan ondan
korkarız.
Şeytan Tanrı'da Benim Diyordu? Hala Diyor!
İnsan olmayanı ya da olmak istemeyeni zorla insan yapacak durumda değiliz.
Herkes kendi yolundan gitmeye serbesttir.
Türk'ün içinde yaşayıp düzenini bozmaya kalkmayı, onu kendine kul köle etmeye kalkmayı kabul etmiyoruz.
Ne zaman kabul etti ki Türkler?
Bizi yaratan Tanrı kendini tanrı
Neredeyse her insan, masum bir çocukluk aşkı sayesinde tanışmıştı bu sıcacık duyguyla. Peki Leyla çocukluk aşkını hatırlıyor muydu? Kar küresindeki mavi bereli biblo hariç, gerçek birine karşı duygu hissetmiş miydi acaba? Eğer değilse, neden biblo? Ne bulmuştu onda?
Aslında, gerçek sevgiyi, gerçek başkaldırıyı, gerçek arzuyu ve gerçek azmi tatmış bir kişi çok iyi bilir ki, insanın amaçlarından emin olmak için dışarıdan gelecek hiçbir teminata ihtiyacı yoktur. Onun kuşkusuzluğu kendi kuvvetinden gelir.
Demokrasi; hayal ve gerçek arasında gidip gelmektedir. Platon, demokrasinin ehliyetsizler, yetersizler, beceriksizler yönetimi olduğunu savunmuş, çoğunluğun istibdatı demiştir.
Bir çiftlikte tüm işleri son dakikaya sıkıştırmanın, yani baharda tohum ekmeyi unutup bütün yaz eğlendikten sonra hasat alabilmek için sonbaharda telaşla çalışmanın ne kadar gülünç bir şey olacağını hiç düşündünüz mü? Çiftlik, doğal bir sistemdir. Bedelin ödenmesi ve sürecin izlenmesi gerekir. Her zaman ektiğinizi biçersiniz; bunun kestirme yolu yoktur.
Bu ilke, sonuç olarak insan davranışları ve insan ilişkilerinde de geçerlidir. Bunlar da hasat yasasına dayanan doğal sistemlerdir.
Kısa dönemde, okul gibi yapay bir toplumsal sistemde insanlar tarafından konulan kuralları usulca çiğnemeyi, “oyunu oynamayı” öğrenirseniz, durumu idare edebilirsiniz. Bir defalık ya da kısa süreli insan ilişkilerinde işi idare etmek, albeni ve beceri sayesinde iyi izlenimler bırakmak ve başkalarının uğraşlarıyla ilgileniyormuş gibi yapmak için Kişilik Etiği’nden yararlanabilirsiniz. Kısa vadeli durumlarda etkili olabilecek, fazla zaman istemeyen kolay teknikleri seçebilirsiniz. Ama ikincil özelliklerin uzun süreli ilişkilerde tek başına kalıcı bir değeri yoktur. Köklü bir dürüstlük ve temelde güçlü bir karakter yoksa, yaşamın zorlu mücadeleleri er ya da geç gerçek dürtülerin yüzeye çıkmasına neden olur ve kısa süreli başarının yerini, insan ilişkilerindeki başarısızlık alır.
Modern hayatın rahatlığını, kolaylığını sevmiyorum çünkü hayatımıza gereksiz eşyalar, zihnimizi de anlamsız bilgilerle doldurur. Ayrıca o devasa kuleleri günümüzün Çağdaş mağaraları gibi görüyorum. Şu bir gerçek ki insan kendi mağarasından çıkmadığı sürece özgürlüğünü kavuşamaz.
"İnsan ilk ağızdan kendine söylenen yalanlara inanırsa gerçek ve doğruyu ayırt edemez.Yalanı söyleyenlerin amacı insanları gerçeklerden saptırmak,asıl görülmesi gerekenleri göstermemeye çalışmaktır. Toplumun bir çoğuda gerçek ortada olduğu halde göremez."
Düşlerdeki insanlar, gerçek kişilere göre daha kişilikli, daha hakikidir. Düş evrenim baştan beri benim biricik gerçek dünyam oldu. Tepeden tırnağa uyduruk kişilerle yaşadığım aşklar kadar gerçek, onlar kader ateş, kan ve hayat dolu başka aşk yaşamadım. Ne delilik! Üstelik özlemi bile kaldı içimde, ne de olsa tıpkı ötekiler gibi bu aşklar da gelip geçici…
KİNYAS ve KAYRA - HAKAN GÜNDAY Yorumuma başlamadan önce beni çok etkileyen bir alıntıyı paylaşmak istiyorum: “Bilemezlerdi benim geleceğimi. Onlar bir çocuk istediler ama ben geldim! Dünyaya en az değeri veren insan. Onlar normal bir çocuk istediler, eğitim görüp, meslek sahibi olacak, gururlanacakları. Ama ben geldim. Bilemezlerdi bir canavarı
"Rahmetli annem hep beni bir pembe filin kendisinin göbek deliğinden yaptığını söylerdi. Bu gülünç tiyatro devamlı zihnimin bir köşesinde oynadı çocukken. Yani milyonlarca kere hayal ettim bu tuhaf sahneyi. Düşünsene, pembe fil geliyor, annemin göbek deliğine beni üflüyor borusuyla... Tuhaf... Bunu niye uydurur ki insan? İnsan pembe fili düşünmeyeyim diyor, başaramıyor. Belki de öyle olmuşumdur baba... Ha? Ne dersin. Tami babasın sağ ol da, belki de pembe fildir gerçek baba. "
Yazar nasıl da çok yıllar önce yazılmış kitabında değişmeyen işçiye bakışı yüzlerini bile görmedikleri insanları sömüren soylu zengin sınıfı nasıl bu kadar yalın ve acı verici gerçek şekilde anlatabilmiş, hayretle okudum. Bugünün şartlarıyla kıyaslayıp düşündüm ezen taraf nerede olursa olsun acaba hep daha fazla nasıl söndürebilirim diye düşünüyor
"Peki, Allah’ın hem o günün Araplarının anlayacağı hem de sonrasında gelen milyarlarca insan arasında bu türden tartışmalara ve anlaşmazlıklara yol açmayan, hiç bir çağın bilimsel bakışıyla çelişmeyen, sonradan ortaya çıkacak bilimsel gerçekleri baypas etmeyen bir tarzda yalın bir dil kullanarak temel mesajını özlü bir şekilde gönderme kudreti yok muydu? Tabii ki vardı, yoksa zaten Tanrı olamaz.
Demek ki mesele Allah’ın din dili-bilimsel dil, gerçek dil-metaforik dil diye bir ayırım yapıp, bu Araplar anlamazlar, en iyisi mesajımı bilimsel gerçeklerle çelişse de Arapların algıları üzerinden üreyen bir din diliyle göndereyim de aralarında tartışmadan mesajıma odaklansınlar demesinden kaynaklanmıyor.
Mesele tamamen kitabın yazarının bir insan olması."