Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

651 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 günde okudu
SAHİLDE KAFKA, H.Murakami
BİR LANETLİ KEHANETTEN KAÇIŞIN ROMANI:
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
Yunan Miti Oidepus’tan hareketle çantasını sırtına vurarak yola koyulup evden kaçan ‘’Dünyanın En Sert 15’lik Delikanlısı’’ – Kafka Tamura’nın hikâyesi…
Sophokles
Sophokles
in
Kral Oidipus
Kral Oidipus
tragedyasının Murakami kurgusuyla kaleme alınmış bir büyülü gerçeklik romanı versiyonunu okuyacaksınız. Hayatı daha yeni yeni anlamlandırmaya başladığı bir yaşta - 15.yaş gününde - evinden ayrılarak daha önce hiç adını duymadığı, uzaklardaki bir şehre kaçan ve orada küçük bir kütüphanenin köşesine sığınıp yaşamaya başlayan bir ergenin hikâyesidir. Romanın baş kahramanı 15’lik Kafka Tamura’ya bir kehanet sirayet etmiş ve bu lanet olasıca kehanetten kaçmak gerekmiştir. Çantasını apar topar hazırlar ve hiç bilmediği bir şehre doğru yola çıkar, 15’lik Kafka Tamura. Ailesine ait belleğinde herhangi bir iz ya da hatıra yoktur. Annesi, babası ve bir ablası vardır ancak bunlar silik bir iz olarak kalmıştır hafızasında. Sadece babasından kalan tek bir aile fotoğraf vardır; o da bir plajda ailecek çekilmiş mutlu bir yaz tatili fotoğrafıdır ve bu fotoğraf olmasa o kısmı da hatırlayacak durumda değildir. Çünkü o fotoğraf çekildiğinde kendisi henüz üç yaşındadır. Ailecek en azından bir kez de olsa deniz kıyısına birlikte gittiklerini ancak o fotoğrafla anlayabilmektedir. Ailesinden bir tek babasını bilir. Ancak ev ortamında kendisiyle yüzyüze gelmemeye gayret eder. Aynı evde yaşarlar ancak yaşam saatleri birbirlerinden farklıdır. Babası evden uzak bir atölyede vaktini geçirirken evde olduğu zamanlarda ise zaten pek de karşı karşıya gelmiyorlardır baba-oğul. Hissiz ve kopuk bir aile yaşamı . . . Var ama yok. . . Kafka Tamura’ya kalsa ailesinin her bir üyesini tek tek hayatından söküp atmak ister ancak içinden kendini söküp atmadan içindeki genleri söküp atmasının da mümkün olmadığını bilir. Babasıyla olan ilişkisi
Franz Kafka
Franz Kafka
nın babası Hermann Kafka ile olan ilişkisine bir atıf gibi durmaktadır ki
Haruki Murakami
Haruki Murakami
de Kafka’dan oldukça etkilenen, Kafka’ya hayranlık duyan ve romanlarında Kafkesk etkiyi kullanan bir yazardır.
Franz Kafka
Franz Kafka
nın
Babaya Mektup
Babaya Mektup
adlı eserine gönderme yapmış. *Bu kitapla ilgili inceleme yazıma buradan ulaşabilirsiniz: #208272308 ‘’Sanırım babam için eserlerinden biri olmaktan öteye geçemedim ben. Heykellerinden biri. Kırılıp parçalanması tamamen babamın arzularına kalmış bir şey.’’ Kafka Tamura, sınıfta da pek sevilen biri değildir. Ancak bunun sebebi kendisinin çevresine ördüğü yüksek duvarlardır. Ne kendi ördüğü duvarların dışına çıkar ne de dışardan da kimsenin o duvarlardan içeri girmesine izin verir. Kendi kendini izole etmiştir. Ailesinden dolayı sınıftakilerin Onu itici bulduğunu düşünür. O da kendini kitaplara verir. Etrafına ördüğü duvarlar, aslında ona zaman kazandırıyor arkadaşlarıyla arası iyi olup çocukça boş boş vakit geçireceğine kendisi için en faydalı aktivite olan kitap okumaya kendini verir; bu sayede oldukça vakit kalır okuma eylemine; boş vakitlerinde okulun kütüphanesine gidip kitaplara gömülür ki bu ona kılavuzluğunu yapan *Karga’nın önerdiği bir şeydir. *Karga metaforuna incelemenin ilerleyen kısımlarında değineceğim. Oidepus efsanesinden hareketle çantasını sırtına vurarak yola koyulup evden kaçan ‘’Dünyanın En Sert 15’lik Delikanlısı’’ – Kafka Tamura, kendisine musallat olan bu lanetli kehanetten kaçmak için çıktığı yolculuk boyunca çok özel vasıfları olan karakterler ile karşılaşacaktır. Her biri özel ve orijinal olan roman karaktelerini tek tek inceleyerek devam edelim . . . ROMAN KAHRAMANLARI: KAFKA TAMURA: (Dünyanın En Sert 15’lik Delikanlısı) Tamura gerçek soyadıdır. Ancak Kafka gerçek adı değildir. Yeniden doğuşunu simgelediği bir ad olarak ‘’Kafka’’ adını kendisi seçmiştir. Annesi ve ablası (Kafka’nın evlatlık üvey ablası) birlikte Kafka henüz 4 yaşında iken evden ayrılmışlar. Babasını ve henüz dört yaşında olduğunda Kafka Tamura’yı yalnız başına bırakmışlar. Elinde onlardan kalan tek hatıra babasının verdiği ailecek gittikleri bir plajda çekildikleri yaz hatırası olan bir fotoğraftır. O fotoğrafta da annesi yoktur. Annesinin varlığını dokunuşunu hatırlasa da yüzünü asla hatırlayamaz. Annesi evden çıkıp gitmeden önce bir kez bile oğluna sarılmamış, tek bir tatlı söz bile bırakmamıştır ardında. Aileden yana yüzü gülmemiş olan Kafka Tamura, sağlam karakteri ve mücadeleci ruhuyla hayatı tek tabanca olarak göğüslemek zorundadır. Babasından kalan hiçbir şeyde gözü yoktur. Elinden gelse taşıdığı genleri de söküp atacaktır ancak buna elbette imkân yoktur. Kafka Tamura, henüz 15 yaşında bir ergen olmasına rağmen kendini hem zihinsel hem fiziksel hem de oldukça çok kitap okuyarak genel kültürü yaşıtlarına göre çok daha üst seviyede bir birey yaşça kendinden daha büyük bireylerle entelektüel sohbetlere rahatlıkla girebilecek seviyede kendini geliştirmiş birisidir. Özellikle bu vasfı, çevreden itibar ve saygı duyulmasına sebep olur, korunur ve kollanır. Anadan babadan hayır gelmeyince kendi kendine tutunmuş özellikle de kütüphaneyi ve kitapları anası babası gibi sarıp sarmalamıştır kendine. Ailesinde göremediği sevgiyi şefkati ona kitapların engin dünyası vermiştir. Bu sebepten dolayı kitaplara ve kütüphaneye hürmet etmektedir. Roman karakteri Kütüphane Görevlisi Oşima ile yaptığı felsefi ve edebi sohbetler romanın en etkileyici kısımlarından birini oluşturur. Roman kurgusunda Murakami, Kafka Tamura karakterini aslında aynı isme sahip iki insan - bir ölü diğeri ise dünyanın en sert 15’lik delikanlısı Kafka Tamura – olarak kurgulamıştır. Kafka Tamura, yıllar önce 1968 öğrenci olaylarında suçsuz yere darp edilip gencecik yaşta ölen Komura Kütüphanesinin sahibinin oğludur. Kütüphane Müdürü Saeki Hanım’ın unutamadığı gençlik aşkıdır. O zaman 15 yaşında olan Saeki Hanım, şimdi 50 yaşındadır ve aynı kişi karşısına 15’lik Kafka Tamura olarak çıkmıştır. Bir kehanetten yola çıkan Kafka Tamura, sanki kaderiymiş gibi kalkıp bu kütüphaneye gelip onu bulmuştur. Aslında O, çoktan yok olup gitmiş bir kıza aşık olmuş, çoktan ölüp gitmiş bir genci kıskanmaktadır. Romanda ilk başta birbirinden bağımsız gibi görünen iki kahramanın hikâyesi, paralel ve gittikçe birbirlerine yaklaşan bir biçimde usta bir
Haruki Murakami
Haruki Murakami
kurgusuyla işlenmiş. NAKATA AMCA: (Satoru Nakata) Arafta Kalmış Bir Ruh . . . Satoru Nakata, nam-ı diğer Nakata Amca. Romandaki en özel karakter. Benim favori roman karakterim, Nakata Amca’dır.
Haruki Murakami
Haruki Murakami
, her romanında doğal olarak ana karakterini daha çok ön plana çıkartmış olsa da genelde benim favorim ana karakter dışında romana dahil olan başka bir karakter oluyor. Bunun sebebini bilmiyorum. Ama genelde bende böyle oluyor.
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın Şarkısı
’nda Midori karakterini en çok sevmiştim.
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
da ise en sevdiğim karakter, Nakata Amca oldu. Her biri ayrı güzel ancak her bir okurun da gönlünde bir tanesi daha çok iz bırakıyor. Nakata da böyle bir karakter. O yüzden bu özel ve orijinal karakterin incelemesini biraz uzun tutacağım. Lakin çok farklı bir 60’lık amcayla karşılaşacaksınız. Kendisi bir ölüdür ve kendi isteğiyle ölmüştür ancak öteki dünyaya geçememiştir. Ruhu arafta sıkışıp kalmıştır. Aidiyet sorunsalıyla sarmalanmış bir garip hayatı vardır. Hareket halinde bir ruhtur ve farazi bir şekilde vardır sadece. Var mı yok mu belli değil. . .Tam orijinal safkan bir büyülü gerçeklik romanı karakteri: Nakata Amca. Biraz garip geldi değil mi? . . . O halde içini biraz daha açalım bu roman karakterinin . . . II.Dünya Savaşı sürerken, köyün eli silah tutan erkekleri savaştadır. Köyde ise sadece çocuklar ve kadınlar kalmaktadır. Kadın öğretmen, savaş ortamında güvenli olması açısından ilkokul öğrencilerini ormana götürüp ormanlık alanda eğitim vermektedir. Ormanda mantar toplamaya çıkan öğretmen ve öğrencileri toplu halde uyku haline geçerler. Birkaç saatlik uykudan sonra herkes hiçbir şey olmamış gibi uyanır. Ancak bir kişi uyanamamıştır; O da 9 yaşındaki Satoru Nakata’dır. Haftalarca hastanede kalıp belli bir tanı konamamış, kendine geldiğinde ise sanki küvetin tıpasını çekmiş gibi belleğinin içi tamamen bir anda boşalıvermiştir. Sanki haftalar süren uyku halinden sonra resetlenip farklı bir format atılmış şekilde uyanmıştır. Öncesinde gayet akıllı ve başarılı bir çocuk olan Nakata, bu kaza sonrası tamamen hafızası silinmiş ve oldukça aptallaşmış olarak kendini bulur. Yine bu kaza sonrası yazma yeteneğini de kaybetmiştir. Sadece bu da değil. Hem yazamaz hem de okuyamaz. Yazı yazamadığı ve gazete okuyamadığı için diğer insanlar tarafından dışlandığı ve garipsendiğinin de farkındadır. Normal bir insanın sahip olduğu bazı vasıfları kaybetmişken normal insanda olması mümkün olmayan üstün ötesi vasıflara sahip özellikler kazanmıştır. Diğer tüm insanlardan ayrı bir insan türü gibi durur. Kendisi de bu duruma anlam verememektedir ancak bu garip durumu kabullenmiştir. Hemen hemen her kurduğu cümlenin başına ‘’Bendeniz Nakata, pek de akıllı değilimdir.’’ der; farkındalığı yüksektir. Kendisinin dışarıdan nasıl göründüğünü, insanların Onun hakkında ne düşündüğünü en ince ayrıntısına kadar bilir. Akıllı olamadığı için mantıksal sorgulama yetisi de yoktur. Çevresinde meydana gelen şeylerin neden-sonuç ilişkisini sorgulamak, Nakata’nın algılama gücünü aşan bir durumdur. Nakata’nın gariplikleri çokçadır; Gölgesi bile normal insanın yarısı kadar koyuluktadır. Gölge metaforu Murakami’nin sık kullandığı metaforlardandır. Burada insani vasıfları/değeri gösteren bir ölçüt olarak kullanmıştır. Nakata kendini içinde tek bir kitap bile olmayan bir kütüphane gibi hisseder. Boşluk hissiyle yaşamaktadır. Ancak bu durum eskiden böyle değildir. Bir gün bir şeyler olmuş insana ait vasıflarında birer birer eksilmeler yaşanmıştır ve kendi de gayet iyi bilmektedir ki o günden sonra bomboş bir insan haline gelmiştir. İçi boşaltılmıştır. Okuma- yazma bilmez ve söz dağarcığı oldukça sınırlıdır. Çok erken yaşlarda zaten baba ve anneyi kaybetmiştir. Onu dövecek ne bir babası ne de onun için ağlayacak bir annesi zaten yoktur. Aslında köklü ve maddi durumu güçlü bir aileden gelir. Özellikle ağabeyi çok ünlü bir firmada yöneticidir, diğer kardeşi de bakanlıkta çalışmakta olup varlıklı bir hayat sürmektedir. Ancak çok trajiktir ki zihinsel engelli kardeşleri için ne harcayacak vakitleri ne de ilgileri vardır. Kardeşleri arasında en akılsızının kendisi olduğunu bilir ve her yerde de bunu söyler. Bu yüzden birisi çıkıp da ona aptal derse bunu dert etmez. Varlıklı ve makam sahibi kardeşleri 60’lık yaşlı Nakata’yı ilgisiz ve tek başına bırakmışlardır. Nakata Amca, tek başına asgari yaşam seviyesinde geçimini sağlar. Valilikten aldığı düzenli yardım parasıyla yaşamını idame ettirir. 60 yaşındaki yaşlı günde sadece üç öğün yemek verilen valiliğin temin ettiği küçücük bir evde kalır. Aptal olarak kalmayı medet eder çünkü valilik ona kendi tanımıyla aptal dediği için maddi yardım sağlamaktadır.Ancak valiliğin kendisine verdiği ödenek yetmeyince kendisine kaybolan kedileri bulması ve sahiplerine teslim etmesi karşılığında bir iş edinir, mütevazı bir asgari gelir edinir, bu da zaten arada sırada yılanbalığı yiyebilecek kadarına yetmektedir. Bu görevi de layıkıyla yerine yapar. Çünkü kendisinin diğer insanların asla sahip olamayacağı bir özelliği vardır; Kedilerle konuşabilmek . . . Sağda solda yaşayan sokak kedileriyle konuşarak yerlerini sorar, aradığı kaybolan kedilerin yerini bu şekilde tespit eder, bulur ve sahiplerine ulaştırır. Bu konuda namı yayılınca da hemen hemen her günü kedi aramakla geçen birine dönüşüvermiştir. Nakata Amca’nın dünya ve doğa hakkında sahip olduğu bilgiler, kedilerin ona anlattıklarından ibarettir. Oldukça da çalışkandır. Sanki her şeyi yapmak zorunda olduğu için yapıyor gibidir. Bu çalışma tarzıyla önüne konulan işi düzenli bir şekilde tamamlayan otomatik makinelere benzer adeta. Aslında onun bu hali, okuru oldukça hüzünlendiriyor. Bu saf ve gariban yaşlı adamın en üstün özelliği; yaşam için gereken minimum işlevlerini yerine getirdiği halde, benliği adeta başka bir yerlere gitmiş, başka bir şeyler yapıyor gibidir. Bedenden sıyrılma bir Japon Mitidir. Burada
Haruki Murakami
Haruki Murakami
‘nin Japon Mitolojisini romanına Nakata karakteriyle enjekte ettiğini görüyoruz. Nakata Amca, bedenden geçici bir süre ayrılarak binlerce mil uzaklıkta bir yerlere gider, orada önemli bir işi halleder ve aynı yere geri döner. Aynı pozisyonda kesintisiz 34 saat uyuyan, uyandığında 3 günlük yemek yiyen ilginç bir karakter. Hatta kendisinin de itiraf ettiği haliyle; daha önce 3 hafta kadar ölü kalmış sonra kaldığı yerden hayatına devam etmiştir. Sanki pause tuşuna basmış ve tuşu kaldırınca tekrar aynı şarkıya kaldığı yerden devam eder gibidir. Uyku halinde geçirdiği zamanda belirlenmiş bir zaman dolmuş gibi aniden kendine kendine uyanır. Uyku ve Rüya metaforları,
Haruki Murakami
Haruki Murakami
‘nin büyülü gerçeklik kurgusunda sıkça kullandığı metaforlardandır. Not:
Haruki Murakami
Haruki Murakami
’nin
Uyku
Uyku
isimli bir kitabı var. Sadece okurları değil roman kurgusu içinde tüm karakterleri şaşkına düşüren başka bir özelliği de gökten balık ve sülük yağdıran özel bir yeteneğidir. Bir aykırılık veya adil olmayan bir vaka ile karşılaştığında o kötü insanlara ceza kesmek için gökten balık veya sülük yağdırır. Kafka Tamura’nın babasının öldürülmesinin ertesinde Nakata gökten 2.000 sardalya ve istavrit yağdırır. Bu bir tesadüf gibi gözükse de Metinlerarasılık Tekniği işler ve Üst Kurmaca’yı da
Haruki Murakami
Haruki Murakami
çalıştırır. Nakata, normal bir insan gibi yaşamaya büyük bir özlem duymakta, diğerleri gibi olmak istemektedir. Yaşı itibariyle de yaşlı olduğu için zaten bu durumu düzeltmenin mümkün olmadığını da bilir. Ancak yine de insanın içinde bir umut hep vardır en azından birkaç dakikalığına da olsa normal bir Nakata olarak yaşamanın umudunu hep taşır ölene dek. İnsanı yaşatan da zaten hep bir umut değil midir? O ana kadar hep başkalarının dediğini yapmıştır/yönlendirilmiş ve bir iş atfedilmiştir. Ancak bu sefer ölmeden önce son kez normal bir insan olarak özbenliğiyle, kendi anlamıyla/düşünceleriyle birlikte - kısaca kendi olarak - ölmenin derdindedir. Bu çok doğal bir istektir. İnsan Hakları baz alındığında bir insanın kendi özüyle birlikte ölmek istemesi kadar doğal bir hakkı olamaz. Ancak Nakata bundan bile mahrumdur. Ayrıca bu naçizhane dileğini yerine getirmeden önce yapması gereken işler de oldukça çoktur. 9 yaşındayken ormanda eğitim gördüğü esnada yediği zehirli mantar sonrası daldığı derin uykudan sonra bir anda kalktığında o kaybettiği gölgesinin yarısını bulmanın derdindedir. Nakata’nın içi boş olduğu için içini başkaları doldurabilmektedir. Lakin bu durumdan sıkılmaz zaten sıkılmanın ne olduğunu bile bilmemiş ve bu duyguyu hayatında hiç yaşamamış birisidir. Dünyasında ne hoşnutsuzluk ne de kimseye karşı bir kini nefreti vardır. Yalnızlık da hissetmez hiç. Kendiyle ve hayatla barışıktır. Gelecek kaygısı yoktur bu yüzden hiçbir şeyden de endişelenmez. Geçirdiği her günün kıymetini bilir ufak ufak yudumlayarak içer gibi keyfini çıkarır her bir dakikasının. Yaşadığı andan – şimdiki zamandan – keyif alır ki bu özellik, günümüzde normal insanlarda bile yoktur. Kimseye bağımlı değildir; ayağından çekip durduracak bir bağı da yoktur. Tam anlamıyla kendine münhasır ve özgürdür. Nakata aklı kıt olsa da bu zalim dünyada zorbalıkla ilgili her türlü şeye anlam veremez. Kendi kıt kafasına göre bir felsefi dünyası vardır. Evet, kafası çalışmaz ancak insandan ve hayattan oldukça anlar ve sezgisel zekâsı oldukça yüksektir. Nakata’ya göre; bir şeyleri çıkarmaya ya da eklemeye gerek yoktur. Zor düşünceleri, bir kenara bırakıp kendini o bütünlüğün kollarına bırakması yeterlidir. İşte bu hal, Nakata için her şeyden çok daha fazla önemlidir. Murakami, Nakata karakterine romanda yer vermesinin dolaylı sebeplerinden biri de II.Dünya Savaşı’nın yarattığı ruhsal travmayı tasvir edebilmektir. Kitabın bir bölümünde Nakata’nın çocukluğunda yaşadığı ve II.Dünya Savaşı sırasında geçen esrarengiz olayın Nakata üzerindeki derin etkileri ile yazar, acaba Japonya’nın savaştaki ağır yenilgisinin birey ve toplum üzerinde bıraktığı uzun süreli etkilere mi gönderme yapmaktadır? sorusunu da akla getiriyor
Haruki Murakami
Haruki Murakami
𝐍𝐀𝐊𝐀𝐓𝐀 𝐀𝐌𝐂𝐀’𝐍𝐈𝐍 𝐌𝐔𝐓𝐋𝐔 𝐕𝐄 𝐇𝐔𝐙𝐔𝐑𝐋𝐔 𝐎̈𝐋𝐔̈𝐌𝐔̈: Romanda tüm karakterlerin benlikleri içinde boğuldukları, varoluşsal kaygılar içinde çırpınan, tedirgin ve huzursuz karakterler olduklarını görüyoruz. En şiddetlisi de Saeki Hanım ve Kafka Tamura’nın içine düştükleri durum. Özellikle, bu ikili karakterin durumu ile kıyaslandığında aklı kıt, endişe etmek nedir bilmeyen kıt kanaat bir bilince sahip Nakata Amca’nın diğer tüm karakterlerden çok daha huzurlu olduğu gözleniyor. Hafızası silik, muhakeme yapabilme yetisi olmayan aklı kıt bu adamın herhangibir trajedisinin olmaması ona kimseye nasip olmayan olan huzurlu bir ölümü getiriyor. İster istemez akla şu soru geliyor; Muhakeme yetisi, belleği ve hatıraları, insanları tüm hayatı boyunca kendine esir eden trajedilerinin kaynağı olabilir mi? Bu durumda cevap: Evet. Her romanda her yazar bir kahramanın kullandığı bir cümlede ya da o cümle içinde bir/birkaç ifadede romanın sır kutusunun içindeki gizemi açan bir anahtar koyar. Ancak hikâye kurgusuna kaptırmış giderken bazen bunun pek de farkına var(a)mayabilir.
Haruki Murakami
Haruki Murakami
, aslında açıklamasını da yaparak Nakata karakterinin tam olarak nasıl bir karakter olduğunu açık açık söylemiş. Nakata, ruhu arafta sıkışıp kalmış bir roman karakterdir. ‘’Limbo, canlılar ve ölüler dünyası arasında kalan bir ara mekândır. Silik ve yalnızlığın hâkim olduğu bir yer. Yani bulunduğum bir yer. ‘’ s.605 (Nakata) ‘’Ben öldüm. Kendi isteğimle öldüm. Fakat öteki dünyaya girmedim. Yani ben, hareket halindeki bir ruhum. Hareket halindeki ruhların şekli olmaz. Şu an bu şekilde farazi bir şeklim var sadece…’’ s.605 (Nakata) Roman kurgusunun esas lokomotifi ve yıldız karakteridir. Romandaki rolü o kadar belirleyicidir ki onu romandan çekip alsanız yerine başka bir karakter oturtmaya çalışsanız roman kurgusu çatırdayıp çöker. Tam bir kilit rol biçmiş
Haruki Murakami
Haruki Murakami
bu karaktere. Nakata Amca da hakkını vermiş tabii ki. Nakata roman karakterini, olay kurgusunun içine asıl sokup ivme kazandıran karakter ise ‘’Johnie Walker’’ karakteridir. Çok itici ve iğrenç bir karakter olduğu için alt başlık halinde kısaca geçeceğim: JOHNIE WALKER KARAKTERİ: Gerçek-üstü usta bir kurmacayla
Haruki Murakami
Haruki Murakami
, Kafka Tamura’nın öz babasına geçiş yapar. Johnie Walker, ünlü ve saygın bir heykeltraştır ancak psikopat, sapkın ve iğrenç zevkleri vardır. Sokaktaki kedileri toplayıp hepsini birer birer vahşice kestikten sonra kanlarını içer. Nakata karakteriyle bir gün kayıp kediyi ararken yolları keşisir. Lakin kayıp kedi bu iğrenç-ötesi insan Johnie Walker’ın evinde çıkar. Nakata’dan kedinin canını ancak kendisini öldürerek kurtarabileceğini söyler. Johnie Walker kendini Nakataya öldürtmek için can atmaktadır çünkü bu iğrenç dünyasından o da sıkılmış bunalmıştır. İnsan öldürmek Nakata gibi naif bir varlığa göre bir şey asla değildir ancak karşısında patır patır kedilerin kesildiğini görünce dayanamaz ve Johnie Walker’i öldürür. Bu olay, roman kurgusunu hızlandırır. Lakin Nakata bir cinayet işlemiştir ve polisiye takibi içinde roman akışı aksiyon kazanır. Murakami’nin büyülü gerçekliğin içine polisiyeyi de katıp romanın aksiyon hızını yükselttiğini görüyoruz. Ne de olsa usta kalem ve kurgu dehası bir yazar
Haruki Murakami
Haruki Murakami
. Nerede neyi ne zaman olay kurgusuna sokacağını gayet iyi biliyor. Nakata, bu cinayet sonrası yaşadığı şehirden hemen uzaklaşır. Kendini yollara vurur. Bir araçtan diğerine otostop çeke çeke bir yere kadar varır. 60 yaşında okuma yazma bilmeyen, kısıtlı hayat tecrübesine sahip, yaşadığı muhitten bile ayrılmamış yaşlı bir adam için yolculuk; başlı başına bir maceradır. Nereye gittiğini bilmez, yönünü anlık olarak spontane tayin eder, Bu beklenmedik yolculuk esnasında yolda mola vermişken bir dinlenme tesisinde hayatındaki ilk arkadaşı ve yolculuğunun bundan sonraki kısmında onunla birlikte seyahat edecek olan kamyon şöförü “Hoşino” karakteriyle tanışır. Hoşino, Onu kırmaz. Kamyonuna alır. Onun kamyonunda Nakata Amca, bir misafirdir ancak asla yük değildir. Hoşino karakteri, onu misafir edecek, ancak Hoşino kendisini hiç ummadığı, hayal bile edemeyeceği bir serüvenin içinde bulacaktır. Hoşino karakterini inceleyelim . . . HOŞİNO KARAKTERİ: Kaba-saba bir taşralı kamyon şöförüdür, kamyon sürmek karakterine birebir örtüşür. Yüzeysel, basit , pek de derinliği olmayan bir karakter gibi durur. Bu odunsu mizacının içinde melek kalpli tertemiz saf bir karakter barındırır. Nakatayla zaman geçirdikçe bu kaba-saba karakterli Hoşino’nun okura kendini ne kadar sevdirdiğini görüyoruz. Kendisinin bazı özellikleriyle arasıra övünür. Övündüğü şeylerin başında yakışıklı ve zeki olmamasına rağmen kadın yönünden çok şanslı olması gelir. Hayatında hep fedakar kadınlara denk gelmiştir. Ancak ileride hayatın tüm bu faturaları bir gün önüne koyacağı korkusuyla yaşar. Çünkü bir kadınla yaşadığı ilişki ne zaman ciddiyete binse hep ortadan sıvışmıştır. Kaldı ki yine bu yönüyle de gurur duyar. Başlangıçta genç Hoşino’nun Nakata’ya yakınlık duymasının nedeni, onun hal ve tavırlarının, konuşma şeklinin dedesine benzemesiydi. Anadan babadan yana Hoşino’nun da kaderi gülmemiştir. Zaten ailesi yoksulluktan ucu ucuna geçinmektedir ve serseri bir evlât için de ayıracak maddi güçleri ve zamanları da zaten yoktur. Ancak Hoşino’ya her koşulda kanatlarını geren aslan gibi bir dedesi vardır. Hoşino arasıra dedesi olmasa bu hayatta ne halt edeceğini de arasıra düşünürdü. . Uzaklarda olsa da dedesi bir tek bu çocuk ne yapıyor diye tasalanırdı. Başka da kimsesi yoktur zaten. Başını belaya soktuğu her seferinde öz dedesi onu kurtardığından Nakatayı da kendi öz dedesine benzetir özel bir sevgi besler. Belki bu açıdan da bakınca Nakata ile Hoşino’nun kaderi aynıdır. Nakata’yı da ailesi umursamaz varlığından endişe etmezdi. İkisi de bir nevi yetim gibidir. Akrabaları var ama yoktur. Aynı bir büyülü gerçeklik gibi; Var ama yok… Dedesi Hoşino’ya hep doğru dürüst düşünmeden, tanımadığın insanların peşine takılmak senin en kötü yanın derdi. Ergenlik dönemlerinde çoğu zaman serserilik yapsa da en büyük suçu bir motosiklet çalıp gezdikten sonra çaldığı yere geri bırakmak olmuş vicdanlı, iyi kalpli bir serseridir, Hoşino. Hayatındaki yaşadığı en hızlı 10 günü Nakatayla yaşamıştır; havadan sülük yağmıştır, Albay Sanders ile tanışır, üniversitede felsefe okuduğunu söyleyen süper bir hatunla yatar, tapınaktan giriş taşını alır. Bir sürü tuhaf iş başına gelmiştir. Ancak en garibi Nakata ile tanışmasıdır. Çünkü hayatında bir daha asla karşılaşılması mümkün olmayacak olan bir figürdür Nakata ve her şeyden de önemlisi Hoşino’nun hayata karşı gözünü açmıştır, Nakata Amca sayesinde aydınlanmıştır. Bu kaba saba odunumsu adam bir parça yontulmuş ve hayatı sorgulamaya, kafa yormaya başlamıştır. Şimdiye kadar ona hiç ilginç gelmeyen müzik türleriyle tanışmıştır. Nakata’nın gözleriyle etrafa bakmayı öğrenen adam artık bambaşka bir adam oluvermiştir. Nakata’nın gözüyle dünyaya bakabilmek – o tertemiz bakış – bulaşıcıdır ve Hoşino’ya da bulaşmıştır. Nakata ile çıktığı bu hiç de hesapta olmayan yolculuk, aynı zamanda onun da içsel yolculuğu ve gelişim sürecinin başlangıcı olur. Bir aydınlanma süreci yaşar; Hoşino’nun en çok aydınlanma yaşadığı yer ise, Nakata odasında saatlerce uyurken dışarıda kendini attığı bir kahve dükkânı köşesidir. Burada kahve dükkânı sahibi ile yaptığı felsefi sohbetlerle kendi içinde bir aydınlanma yaşar. Zaten Cafe Bar ortamında hayat ve varoluş üzerine Murakami’nin roman karakterlerine yaptırdığı felsefi sohbetlere aşinayız; Tam da bu sohbetler esnasında arka planda müzik dinlerken aklına düşen varoluşsal sorgulamalarına tanık oluyoruz Hoşino’nun. Bu kitabında Murakami daha çok müzik üzerinden felsefe yapmaya ağırlık vermiş. Parçaların ardında yatan felsefe ve ahenk. Zaten Murakami’nin bu konuda yazılmış bir kitabı da var:
Sadece Müzik
Sadece Müzik
Yüzeysel, derinliği olmayan bir karakter olsa da roman kurgusunun en kritik görevini – Giriş Taşı’nı kaldırma işini – Hoşino karakteri yapmaktadır. Aslında en silik karaktere, kurgudaki kilit rolü vermiş finalde
Haruki Murakami
Haruki Murakami
. Hoşino, eserin sonlarına doğru ağırlığını arttırarak kedilerle konuşma özelliğini de Ustası Nakata’dan el almak suretiyle okuru bir kez daha şaşırtacaktır. Eserin sonlarına damgasını vuran bu karakter, bana çok ufaktan
Jack London
Jack London
Martin Eden
Martin Eden
karakterini anımsatır gibi oldu.
Martin Eden
Martin Eden
kadar asla olamasa da hafif bir aroması damağıma geldi diyebilirim. Kendi için asla yapamadığı şeyleri başkaları için yapabilen fedakâr, yüreği güzel bir insan Hoşino. Hani kendi için bir şey yapmayıp başkaları için kendini parçalayan insanlar vardır ya. Bu da onlardan biri. Dışı ve davranışları kaba saba ama içi tertemiz, yufka yürekli, iyi kalpli Hoşino karakterini sevdim. OŞİMA KARAKTERİ: Felsefi ve edebi sohbetlerine doyamadığım orijinal karakter: Oşima. Tam bir felsefe makinası. Karakteri çok sağlam, güvenilir, oturaklı, işini layıkıyla yapan, insanın halinden anlayan, filozof karakterli bir kütüphaneci. Ne kadın ne de erkektir. Cinsiyetsiz bir karakter olarak Murakami, bu karakteri kurgulamış romanına. Romanda Oşima’nın ruhunun arafta kaldığı sahnelere tanıklık ediyoruz. Muazzam bir felsefe ve müzik bilgisi var. Özellikle şarkıların altında yatan felsefi notaları, ritimleri okuyabilen özel bir sezinsel yetisi ve genel kültürü ile kendini hayran bırakıyor. Özellikle Schubert’in D Majör Sonatı’nun geçtiği kısımlar tam bir felsefe/müzik eksenli bir tat bırakıyor okurda. Müziğin arkasında yatan felsefeyi anlatan bir karakterle elbette
Haruki Murakami
Haruki Murakami
sayesinde tanıştım. Daha önce böyle bir tecrübemin başka bir yazarda olduğunu hatırlamıyorum. Bu da bir
Haruki Murakami
Haruki Murakami
farkı olsa gerek. Kafka ve Oşima arasındaki diyaloglar çok canlıdır. Özellikle hem çalışıp hem yaşamaya başlayacağı kütüphanenin müdiresi olan kişi Saeki Hanım’ın gerçek annesi mi olduğu sorusu ile başlayan diyaloglar kitaba felsefik açıdan oldukça derinlik katmış. Oşima’nın sörf sporcusu ağabeyi esere sonlara doğru dahil oluyor ancak spor ve yaşam felsefesine dair ettiği felsefi sözler çok etkileyici. Spor felsefesi başlığı altında romanda bir yan başlık açıyor gibi duruyor
Haruki Murakami
Haruki Murakami
. Keşke bu karakter biraz daha kitapta görünür olsaydı diye de iç geçiriyor insan hani. Sadece Murakami romanları değil, diğer büyük yazarların romanlarında da olay örgüsü içine bir anda dahil olup esere felsefi derinlik katan karakterleri çok seviyorum. Romanın en lezzetli yerleri bu karakterlerin içinde bulunduğu diyaloglar oluyor genelde. Bu eserde ise bu rolü Oşima karakterine yüklemiş ##$##yazarSeolar:i1531.$$#$$ “Her şey tamamen hayal gücü sorunu. Sorumluluğumuz hayal gücümüzün içinde başlıyor. İrlandalı Şair Yeats ‘In dreams begin the responsibilities (Sorumluluk rüyalarda başlar)’ diyor. Tamamen öyle. Ters tarafından bakarsak, rüyanın olmadığı yerde sorumluluk da olmaz, diyebiliriz belki de”. (Oşima) Ne kadar da doğru bir tespit . . . Kütüphaneci Oşima, metaforları, felsefi söylemleri o kadar vurucu ki, hep roman kurgusunun içinde olsa keşke dedirten cinsten. Her ne kadar yanına kolay kolay yaklaşılamayacak olsa da genel kültürü ve etkili felsefi söylemleriyle bana kısmen de olsa
Dorian Gray’in Portresi
Dorian Gray’in Portresi
ndeki Lord Henry Wotton karakterini hatırlattı. Lord Henry Wotton karakterinin kolay kolay kimse tırnağı bile olamaz ama başka bir roman karakterinin bir parçacık da olsa andırması bile büyük başarıdır.
Dorian Gray’in Portresi
Dorian Gray’in Portresi
okumadıysanız çok şey kaybederseniz demeyeceğim. Zaten kaybetmişsinizdir çoktan.
Dorian Gray’in Portresi
Dorian Gray’in Portresi
kitap inceleme yazıma buradan ulaşabilirsiniz: #192063411 SAEKİ HANIM: Saeki Hanım’ın ölen sevgilisi, şimdi Komura Kütüphanesi olan binada, yani bir zamanlar Komura Ailesinin kitaplığının da bulunduğu binada yaşamaktadır. Kitapsever/Hayırsever bir aile olan Komura Ailesi kitaplığın bulunduğu binada yaşamak isteyen kitap tutkunu ortaokul talebesi Saeki’nin isteğini kırmaz ve kütüphane binasında ona bir oda verirler. Aynı yıllar sonra 15’lik Kafka Tamura’ya Saeki Hanım’ın aynı kütüphanede bir oda vermesi gibi. Burada üst-alt kurguları Murakami oturtmuş hemen. Komura Ailesinin oğlu, Saeki Hanımla bu vesileyle tanışırlar ve birlikte ortak zamanlarını geçirirler, sohbetler ederler, hayatı paylaşırlarmış. Saeki Hanım’ın yaşamı, sevgilisinin öldüğü 20 yaşında donup kalmış. Saatin ibresi bir yerlerde durmuştur. Dışardaki yaşam akıp gitse de Saeki Hanım’ın yaşamı o anda durup kilitlenmiştir. Saeki Hanım, üzüntüsünden 19 yaşına geldiğinde Sahilde Kafka şarkısını piyanoda besteler. Sahilde Kafka şiirini yazdığı ilham aldığı yağlı boya tablosundaki o çocuktur. Kafka ismini Kafka Tamura’nın sonradan kendine verdiği bir isim değil aslında öz annesi tarafından verildiği burada ortaya çıkıyor. Kafka’nın roman dünyasında bağdaştırdığı gizemli yalnızlığı, yağlı boya resmindeki çocuğu Sahilde Kafka diye adlandırmasına sebep oluyor. Acımasız dalgaların vurduğu sahile dolaşan yalnız bir çocuk, sahilde dolaşan yalnız bir ruh. Kafka, onun için bu anlamı taşıyor. Aslında bakıldığında Sahilde Kafka şarkısının sözleri, romanın büyülü gerçeklik kurgusunu oluşturuyor. ‘’Gökten ufacık balıklar yağar.’’ ‘’Gölgeler bıçak olur/Rüyanı deler’’ (babasının bıçaklanarak öldürülmesini anlatır) ‘’Giriş Taşı’’ metaforu da Sahilde Kafka şarkı sözünde ayrıca geçer. Saeki Hanım, yirmi yaşlarında hayata küsmüştür, gizli gizli hayatı yaşamıştır.Tesadüftür ki, Kafka Tamura’nın babası Koiçi Tamura’yla tanışır evlenir ve Kafka Tamura dünyaya gelir. Bilinmeyen bir durumdan dolayı hem annesi Saeki hem de ablası evi terk eder. Hem de Kafka Tamura henüz 4 yaşındayken. Romanın sonlarına doğru Nakata ve Hoşino bir şekilde Saeki Hanım’ın kütüphanesine gelir. İşte bu tesadüfi büyük karşılaşma romandaki akışı daha heyecanlı hale getirir. Saeki ve Nakata çabuk kaynaşırlar. Lakin ikisinin de ortak noktası vardır: İkisi de gölgesinin yarısını kaybetmiştir. Birisi genç yaşta yitirdiği sevgilisiyle diğer de yediği bir mantar sonucu derin uykuya daldıktan sonra. . . Saeki Hanım, 20 yaşında kontak kapatmıştır hayata. Sonraki yaşadığı seneler uzatmalardan farksızdır. Hayat, Onun için adeta hiçbir yere ulaşmayan kıvrım kıvrım koridorlara benzer. Yaşamak zorunda olduğunun bilincindedir ancak her gelen günün sahteliğinin farkında olarak . . . Saeki, tüm yazılarını yakıp yok etmesi işini romanın en güçlü karakteri Nakata’ya verecektir. Murakami burada Nakata karakterini son yaklaşırken bir kez daha onore etmiş gözüküyor ki bu,
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
’nin de romanlarında zaman zaman yaptığı bir şeydir. Murakami’deki Dostoyevski aromasına bayılıyorum. Saeki Hanım, karizmatik oturaklı tavırları, görmüş geçirmişliği ve hayatı anlamdırmasındaki derinlik ile gizemli ve iç dünyası merak edilen bol bol mistisizm kokan bir karakter olarak karşımızda duruyor. ALBAY SANDERS: Albay Sanders karakterine ‘’Sen insan değilsin!’’ denilse, hakaret olarak algılamaz. Çünkü gerçekten kendisi insan değildir. Özel bir şekli de yoktur. Metafiziksel, kavramsal bir nesne olarak olay kurgusuna dahil olur. Her şekle girebilen geçirgen bir yapısı vardır. Fiziki olarak bir yer tutmaz, bir kütlesi yoktur. Bir iş yapmak için somut fiziksel bir yaradılışlı insana ihtiyaç duyduğundan dolayı romandaki ‘’Hoşino’’ karakterine musallat olup onu bir araç/maşa olarak kullanır. İnsan olmadığı için kendisinin fiziksel olarak yapamayacağı tüm işleri Hoşino karakterine yaptırır. Hatta Hoşino’yu bu konuda ikna edip dediğini yaptırabilmek için kaba tabirle hayran olunacak güzellikte bir kızla Hoşino’nun birkaç saat gönül eğlendirmesine vesile olur. Zaten Hoşino gibi kaba saba bir insan için böyle bir fırsat kaçınılmazdır. Hoşino’ya ‘’Giriş Taşı’’ nı buldurup taşıtır. Eserdeki kilit rol aslında bu vesileyle ‘’Hoşino’’ya verilmiş gibi durmaktadır. Murakami, burada yine ilginç bir roman karakteri oluşturmuş; soyut bir insan olmasına rağmen dış görünüşe ihtiyacı olduğu zamanlarda çeşitli şekillerde kılıktan kılığa dolaşabilen bir portre çizmiş. Bu karakterin çok ilginç yetenekleri de bulunuyor. Örneğin; kapalı konumda olan cep telefonunu çaldırabilmek, onun için çocuk oyuncağıdır. KARGA METAFORU: Karga, bu romanda hem roman karakteri hem de en güçlü metaforlardan biridir. Ana kahramanın iç sesi, üst bilinç yansıması hatta alter ego olarak da yorumlanabilir. Roman kurgusu içinde hem içerden iç ses, hem de bizzat fiziksel olarak yanına gelip Kafka Tamura’ya öğüt veren yol gösteren bir tarzıyla dış ses olarak eserde rol alır. Motivasyonu düştüğünde iç sesi kahramanımızı bir mentor ya da trend bir terimle yaşam koçu gibi toparlıyor, felsefi cümleleri ise tam bir motivasyon kaynağı adeta. Karga karakterine romanda özel bir anlam yüklenmiş yüce bir değer olarak da karşımıza çıkar ki bu da Çek dilinde Kafka kelimesi Karga anlamına gelir. Kafka’ya dair bazı atıflara roman içerisinde rastlanıyor. Evet, ‘’Kafka’’ kelimesi, Çek dilinde ‘’Karga’’ anlamına gelir demiştik. Karga, romanın ana kahramanı Kafka Tamura, hep en darda olduğu zamanda bir anda beliriyor, o kasvetli ortamı ortasından yarıp direkt soluğu Kafka Tamura’nın yanında alıyor ve ona yol/yordam gösteriyor hem de bunu yaparken felsefi metaforlar kullanarak. 15 yaşındaki ergen kahramanımı Tamura’ya denizde boğulmamayı öğreten bir yol gösterici metafordur. Bu arada bir dip not bırakalım; ‘’Kılavuzu karga olanın ayağı b.ktan çıkmaz’’ sözü, en azından günümüzde pek geçerli bilimsel veri içeriği olan bir söz değildir. Sebebi; karga hayvanı, dünyadaki en zeki hayvanlardan birisi olduğuna dair ciddi bilimsel veriler var ki zaten dışarıda gördüğümüzde bizzat şahit oluyoruz gözlemleyerek. Karga eğer birine kılavuzlık edip ayağını b.ka batırmışsa vardır bir bildiği :) Romana dönersek; Murakami, kendi türdeşlerine göre üstün zekâlı bir hayvanı bir ergen gencin yanına kılavuz olarak boşuna koymamış olsa gerek… SAKURA: Sakura, Japonca kiraz çiçeği anlamına gelen hoş bir sözcüktür. Romanda Kafka Tamura’nın kehanetten kaçarken yolda otobüste tanıştığı ve ablası olup olmadığını merak edip hayallendiği karakterdir. Elektra Kompleksi kavramı altında romanda kurgulanmıştır. KEDİ MİMİ: Murakami romanı olur da o romanda kedi olmaz mı? Burada kedi direkt roman karakteri olarak eserin içinde rol alıyor hem de bol konuşuyor sohbet ediyor. Kedi Mimi, her şeyi ustalıkla yapan bir siyam kedisidir. Zekâsı ve becerisiyle diğer kedilerden farklıdır. Kedilerin davranış ve psikolojilerini çok iyi bilerek diğer kedilere yaklaşır ve tavrını belirler. Yeri geldiğinde aptal kedilerle anlayacağı dilden sert konuşur, hırpalar. Aptal kedilere asla tahamülü yoktur. Evde boş boş televizyon izleyip gereksiz bir sürü bilgiyi zorla edinmiş olmaktan dolayı da oldukça sıkılmıştır. Özünde idealist karakterlidir ancak ev kedisi olmak, onun kaderi olduğundan pek de bir şey yapamaz. Araba modellerinden anlayan ve opera dinleyen ilginç bir kedi karakteriyle Murakami okuru şaşırtıyor. Bir de romanda Bay Kavamura adlı bir kedi var. O da Nakatayla sohbet edip belli başlı bilgiler veriyor. MURAKAMİ’NİN BÜYÜLÜ GERÇEKLİĞİ: Gerçek ile gerçek-üstü, Murakami’nin romanlarında asla net olarak anlaşılamaz. Murakami’nin ustalığı buradan gelir. Bu ikisini öyle birbirine yedirir ki kim gerçek kim hayal anlamak çok zordur. Bir yerden sonra bunu düşünmeyi bırakıp kendinizi romanın akışına bırakırsınız. Tüm bunları da doğallıkla ve fark edilmeksizin romanında yapar. Özellikle elbiseye yapışan kan metaforu ile büyülü gerçekliği uyguladığı çok iyi bölümlerden birisidir. Nakata, kendi aleminde kedi katili Johnie Walker’ı öldürürken; aynı anda Kafka’nın aleminde Kafka da kendi öz babasını öldürüyor ve Kafka anlam veremediği halde elbisesinde kan lekesi buluyor. Bu leke, Nakata’nın Johnie Walker’ı öldürdüğü ana ait bir kan lekesi mi yoksa gerçek hayatta olduğu varsayılan Kafka’nın babasını öldürdüğü sahneye mi ait, kim kimle nerede nasıl ne zaman ne yapmış?.. düşünürken Murakami büyülü gerçekliği adeta konuşturmuş buralarda romanda. ROMANIN ARKA PLANI VE BESLENDİĞİ KAYNAKLAR: Bir Yunan Miti olan Oedipus’tan beslenerek ortaya çıkan bu roman, Japon mitlerini hatta ve hatta Alman Hegel de olmak üzere çok sayıda felsefi kurama da direkt/dolaylı olarak yer veriyor. Arka planda romanı bunlar besliyor. Tam 15 yaşına bastığı gün evden ayrılmaya karar verir ne daha öncesi ne de daha sonrası… Lakin bir kehanet Onu çağırmaktadır. Ayrılmak için zaten başka bir zaman da yoktur. Kafka Tamura’ya musallat olan ve evden kaçmasına sebep olan bu kehaneti yakından inceleyelim: SOPHOKLES’İN OEİDİPUS TRAGEDYASI: Felsefeden psikolojiye, sanata ve sosyal bilimlerin diğer alanlarına kadar pek çok disiplinde referans metinlerden biri olarak gösterilen hatta Aristoteles’in de takdirine mazhar olmuş olan tragedyadır –
Sophokles
Sophokles
’in
Kral Oidipus
Kral Oidipus
Aslında Sophokles’ten çok önce
Homeros
Homeros
Odysseia
Odysseia
’da Kral Oidipus’tan bahseder; Ancak Homeros ve Sophokles’in tragedyalarının birbirinden farklı konumlandırmaları mevcuttur.
Odysseia
Odysseia
epik;
Sophokles
Sophokles
ise trajik ele alır konuyu. Tragedya’nın epik kahramanı epik kahramanı acısını bir kabullenişe girerken trajik kahraman bir tükeniş halinde sürüklenir. Homeros’ta tragedya ana-erkil konumlandırılırken (annenin ölümü ön planda); Sophokles’te baba katli ön planda yer alır. Oidipus, dünyaya lanetli olarak gelmiş bir kraldır. Oidipus’un daha doğar doğmaz babası Kral Laios’i öldüreceği ve annesiyle evleneceği laneti bilinmektedir. Bu sebepten dolayı, babası tarafından daha bebek olmasına rağmen ayaklarından şişlenir ölüme terk edilir (Oidipus ‘şiş ayak’ anlamına gelir). Ancak bu lanetli bebeği ölüme götürmesi istenen kişinin vicdanı el vermemiş ve bebeği ölüme bırakmak yerine bir çobana evlatlık vermiştir. Bir Yunan tragedyasından yola çıkarak konuyu psikoloji bilimi çerçevesinde gündemine
Sigmund Freud
Sigmund Freud
almıştır. Burada bir mitolojik hikâyeden çok günümüze uyarlanan haliyle başka bir esas anlam yatmakta olduğunu düşünmekteyim. Bu mitin altında yatan esas soru şudur: Çocukların Trajedisi, Aslında Babaların Trajedisi Midir? Aslında biraz daha derin bir okuma ile belki de şunu söyleyebiliriz: Babaların lanetini çocukları mı çekmek zorundadır? Yani bu aslen Oidipus’un değil bizzat babasının lanetidir. Lanet ve bela, babadan oğluna sirayet etmiş ve oğlunun kaderi bununla yaftalanmıştır. Oğul, bir nevi babanın günahını lanetini ödemek zorunda kalmamış mıdır? Hayata gözlerini yeni açmış bir bebek, daha hayatın içinde yeni bir yer bulmuşken, hayata ne gibi bir etkisi olabilir de bir belalı kehanetle yaftalanabilir? sorusu bence bu tragedyanın temel sorusu olmalıdır. Çocuklar, anne ve babalarının lanetini/kaderini sırtlanan birer günah keçisi midir de hayatları boyunca bunun direkt ya da dolaylı olarak kahrını çekmektedirler? Güçlü halkalar, bu kaderden/lanetten bir şekilde hayatla mücadele ederek akıl ve çaba ile sıyrılabilirken; zayıf halkalar, ömürleri boyunca olduramama ve sonunda da kabullenme halinin getirdiği ruhsal deformasyonlarla cebelleşmektedir.Belki de bu tragedyanın özü, insanoğlunun en kadim mücadelesini Oidipus üzerinden yıllar sonra da olsa aktararak bizlere anlatmaktadır. Her biri bir anne ve babadan doğan insan, onların kaderinden asla kaçamaz. Antik Çağdan günümüze gelip bir yorumlama yapmak gerekirse sanırım böyle bir uyarlama ortaya çıkması gerekir diye düşünüyorum. Farklı versiyonlarıyla antik çağdan günümüze kadar gelen Kral Oidipus anlatısı, sadece Batı edebiyatının değil, aynı zamanda insanlığın kültürel mirasının da temel metinlerinden biridir.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
, Oidipus mitini kolektif bilinçdışımıza ait en temel korkulardan birini açıklamak için Psikoloji Bilimi bu miti kullanmıştır. Babaya uyarlanmış versiyonunu ise Psikoloji Bilimi ‘’Elektra Kompleksi’’ olarak tanımlar. Elektra Kompleksi: Elektra kompleksi,
Sigmund Freud
Sigmund Freud
un bir görüşü olan Oedipus kompleksinin kız çocukları için geçerli olan versiyonudur. 3-6 yaş arası kız çocuklarının babaya aşırı düşkün olmaları ve anneyi rakip olarak görmeleri olarak bir kompleks/karmaşa olarak Psikoloji Biliminde tanımlanmaktadır. Bu karmaşa, yaş ilerlediğinde anneyle özdeşleşme hali olarak kendini gösterir. Roman Kurgusunda kehanet zincirinin tümü gerçekleşir. Oşima’nın Orman Evi Metaforu:
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın Şarkısı
romanında ‘’Dinlenme Evi’’ metaforu kullanan
Haruki Murakami
Haruki Murakami
, burada Oşima’nın Orman Evi’ni kullanmıştır. Uzak bir mekanda kendisiyle başbaşa kalıp kişisel gelişimini tamamlama uğraşında, hem hayatı sorgulayan hem de gerçeküstü üst kurmaca ortama geçiş yapılan bu zemini bu şekilde başarılı tasvirlerle kurgulamıştır yazar. Hem bir metafor hem de gerçek hayattan gerçeküstü ortama geçişi sağlayan bir büyülü yol görevi görmüş
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
adlı romanında Orman Evi metaforu.
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın Şarkısı
romanında da ‘’Dinlenme Evi’’ metaforu aynı şekilde hatta daha güçlü bir şekilde tasvir edilmişti. Murakami, güçlü betimlemeleriyle okurun kafasında bu ortamı oluşturmayı başarmıştı. Ancak
İmkansızın Şarkısı
İmkansızın Şarkısı
romanında gerçeküstü üst kurguya geçiş değil bizzat romanın içindeki reel zemin üzerine oturan asli metaforlardan biri olarak kullanılmıştı. Burası ruhsal sancılar çeken insanların hatta daha da net bir ifadeyle intiharın eşiğinde dolanan insanların yaşam alanı/habitatıdır. Sanki bir yoğun bakım ünitesine bağlı gibidirler. Bu izole ortamdan uzaklaştırılsalar hemen intihar edecek gibi duran karakterli yapıda insanlar burada yaşar. Her biri birer Karahindiba bitkisi gibi üflesen dağılacak cinstendir.
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
romanında ise Kafka Tamura’nın üst kurmaca dünyasına geçişler yapıp başka bir paralel kurguya geçtiği ve o kurgudan çıkıp tekrar eski yerine geri döndüğü bir yapıda görüyoruz. Kurgular ve metinler arası geçiş unsuru gibi kullanılmış Oşima’nın Orman Evi Metaforu. BİR ORKESTRA ŞEFİ: Haruki Murakami
Haruki Murakami
Haruki Murakami
nin her sıkı okuru Onun her romanının, her kitabının kendine has bir “çalma listesi”ne sahip olduğunu bilirler. Bir klasik müzikten giriyor bir Rock’n Roll’a geçiyor. Adeta bir deniz gibi dalgalar gitgide kabardıkça müziğin hızını arttırıyor, dalgalar küçülüp sakinleştikçe müziğin türünü ve hızını ona göre romanda ayarlıyor. Yükselen yeni seslerle beraber, geri kalan tüm okumayı, klasik müzik eşliğinde yapıyorsunuz, zira Murakami maestro edasıyla okurunu dinlemeye davet ediyor. Roman karakterlerinin diyaloglarının akış hızı ve derinliğine göre müzik türü de bütünleyici olarak romana dahil oluyor. Bir yandan Mozart – Posthorn Serenadı’na girerken başka bir yerde Radiohead şarkısına geçiş yapıyor. Hangi arada nasıl vites yükseltip küçülttüğünü tam olarak bilmek imkânsız. Müthiş bir müzik yelpazesine sahip.
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
, çağımızın en büyük orkestra şeflerinden Seiji Ozawa ile “sadece müzik” konuştuğu başlı başına müzik hakkında bir kitabı bile var Murakami’nin:
Sadece Müzik
Sadece Müzik
FİNAL: Hem okuma aşamasında hem de kitabın son sayfasını kapattığınızda neyin hayal neyin gerçek olduğunu tam olarak anlayamıyorsunuz ki bu büyülü gerçekliğin ne kadar etkili kullanıldığının göstergesi. Murakami, anesteziyi aşırı yüksek dozda kullanmış bu romanında. Birbiriyle aynı anda ilerleyen iki paralel hikâye arasındaki geçişler yaptırarak Büyülü Gerçekliği (Magical Realism) en başından sonuna kadar her satırda okuruna hissettiren özel bir roman,
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
. Nakata ve Hoşino’yu Albay Sanders karakteri sahneye çıkıp polisten kurtarırken aynı anda paralel hikâyede Kafka Tamura’yı Oşima polisten kurtarıyor eş zamanlı olarak paralel ilerliyor kurmaca dünya. Aynı anda iki atı çekip aynı anda yanyana koşturmak her yazarın harcı değil. Hatta bununla da kalmamış ; iki asker kaçağı roman kurgusunda çok parlamasa da roman kurgusunda başka bir boyuta kapı açıyor. Büyülü gerçekliğin büyülü kısmını iyice derinleştiriyor. Büyülü gerçekliğin büyülü kısmının içinde başka bir büyülü ortamın içine daha sokar gibi gizemli ormanın yolunun içinden başka bir kasabanın içine sokuyor roman karakterini ve orada iki ana kahramanı buluşturuyor. Murakami kurguda paralel olarak ilerlettiği iki yolu beraber yürürken kurguda ara yollar, patikalar inşa ediyor oradan başka yola çıkartıp yine roman içinde iki ana hikâye kurgusu ile bir yerlerden çıkıp buluşturuyor. Murakami, bu kitabı baştan sona bir duvara badana yapar gibi metafora boyamış. İyi ki de yapmış. Metaforlar, ne kadar çok kullanılırsa Murakami lezzeti de o kadar yoğun tat bırakıyor. Bu eserde bol bol metaforlara doyacaksınız. Lakin kitapta da adı geçen Goethe’nin de dediği gibi; ‘’Dünyadaki her şey metaforlardan ibarettir.’’ Öncelikle şunu belirteyim Murakami hayranı olan biri olarak şu ana kadar kitaplarını belli bir sırayla okuduğum için kült eserlerine sıra ancak şimdi gelebildi. Bu aşamaya kadar ise ben zaten Murakami’ye çoktan hayran olmuştum. Kült eserlerini okumaya başlayınca Onun kalemine olan tutkum daha da arttı.
Haruki Murakami
Haruki Murakami
, eserlerinde girizgah kısmını uzun tutmaz. Daha ilk sayfalardan hemen başlatır kurguyu; Murakami, bu romanında da yine hızlı bir şekilde kalkış pistine çıkıp yumuşak bir take off ile kısa sürede sizi 10.000 feet yüksekliğe çıkarıp fantastik yolculuğunu başlatıyor. 15 yaşındaki Kafka Tamura’yı çok fazla bekletmeyip çantasını eline tutuşturup evden çabucak kaçırtıyor, Murakami. Murakami, daha ilk satırlardan akışa hızlı giriş yapar diğer yazarlar gibi eseri ortalardan bir yerden sonradan hızlandırmaz. Başlangıç düdüğü çaldığında satırlar, tam saha press bastırır. Metaforlarla dolu gibi bir kitap. Tam da istediğim gibi. Felsefe aromalı edebi romanlara bayılıyorum. İçinden çıkasım gelmiyor.
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
adlı romanında evinden kaçan ergenlik çağına yeni girmiş bir gencin büyüme öyküsünü hayaller, mitolojiler, kehanetler, masallar ve metaforlar eşliğinde okurken, üst düzey bir kurgu ile büyülü gerçekliğin dehlizlerinde edebi bir zevk sunarak gezindirmiş okurunu Büyük Usta
Haruki Murakami
Haruki Murakami
Gerçek ile düş o kadar birbirinin içine geçmiş ki hangisi gerçek hangisi düş anlamak oldukça zor, bu öyküye dokunmaya kalksan sanki ortadan kalkıp buhar olacak ne gerçek kalacak ne de düş. O yüzden hangisi gerçek hangisi düş sorgulamıyorum. . .Kendi haline bıraktım. . .Murakami böyle güzel . . . MURAKAMİ OKUMAK: Murakami eseri okuduğumda devamında tekrar Murakami eseri okumamak için kendimi zor tutuyorum. Kendimi zorla Murakami’den ayırmaya gayret ediyorum. Elbette biliyorum ki kitap okuma eylemi ve kültürü, sadece Murakami kitapları okumaktan oluşmuyor ancak Murakami okuyup Onun fantastik dünyasına aşina olan biri için ondan ayrılmak hiç kolay değil. Bir sonraki kitabını okumaya başlayacağınız günü heyecanla bekliyorsunuz. En çok da kült eseri 1Q84’ü okumayı dört gözle bekliyorum ancak sanırım bundan sonraki Murakami Kitaplarım ‘’Tirology of The Rat’’ olarak tanımlanan üçlemeyle devam edeceğim;
Rüzgarın Şarkısını Dinle
Rüzgarın Şarkısını Dinle
(Hear The Wind Sing),
Pinball 1973
Pinball 1973
ve
Haruki Murakami
Haruki Murakami
(A Wild Sheep Chase) olacak. Bir tane eserini okuduğumda o kadar da iyi değilmiş dedirtmedin bana. Aldığı her kuruşu fazlasıyla hakediyor. Üstün Japon ahlâkı ve zekâsı iyi ki edebiyat ile buluşmuş da dünya insanları bu nimetten faydalanmış dedirtiyor insana
Haruki Murakami
Haruki Murakami
Dünyanın, rutin hayatın ve zaman zaman daralan ruhun sıkıcı ve boğucu günlük gündemlerinin yarattığı o toksik etkiden arındıran, kitapla temas süresi boyunca bir nevi kendinizi ayağınızın yere bastığı somut dünyadan çekip *astral bir yolculuğa çıkaran büyülü bir kitap okumuş olursunuz Murakami sayesinde. *Astral Seyahat: Astral seyahat ruhun canlı iken bedeninden ayrılarak başka bir yere gitmesine denilmektedir. Astral seyahat hem uyanık hem de uyku halinde ortaya çıkabilir. Bilinçli ya da bilinçsiz şekilde yolculuk etmesine olanak tanıyan bir seyahat şeklidir.
Haruki Murakami
Haruki Murakami
nin yazarlık sırlarını ve romanlarını nasıl yazdığını
Mesleğim Yazarlık
Mesleğim Yazarlık
kitabında samimi bir üslupla açıklamış,
Mesleğim Yazarlık
Mesleğim Yazarlık
ilgili yazdığım incelememe buradan göz atabilirsiniz: #181423433 incelememe göz atabilirsiniz.
Sahilde Kafka
Sahilde Kafka
Haruki Murakami
Haruki Murakami
. . Murakami kitaplarına ait diğer tüm incelemelerime buradan ulaşabilirsiniz: #166610491 İmkansızın Şarkısı #182491659 Sınırın Güneyinde #216784661 Koşmasaydım Yazamazdım #181423433 Mesleğim Yazarlık Murakami #193825484 Kadınsız Erkekler #159525588 Sputnik Sevgilim
Sahilde Kafka
Sahilde KafkaHaruki Murakami · Doğan Kitap · 20209,8bin okunma
··
1 artı 1'leme
·
2.810 görüntüleme
Özgür Uçurtma okurunun profil resmi
Beynimi bana geri verin hemen! 🤍
bidünyakitapgrubu okurunun profil resmi
Ellerinize sağlık Engin Bey 💫 Muhteşem bir inceleme yazısı olmuş. Aramızda olduğunuz için çok şanslıyız ❤️
Engin Mavi okurunun profil resmi
Teşekkür ederim 🙏🏻 Beğenmenize sevindim.
Mustafa A. okurunun profil resmi
Bitmeyen inceleme de yazılmış.;) İncelemenin bir kısmını okudum. Kaydettim. Zamanım oldukça kalan kısımları da okuyacağım. Kitabı listeme alıyorum. Emeğine sağlık denir bu inceleme için.;)
Engin Mavi okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Mustafa. Benim için
1000Kitap
1000Kitap
’taki yeri en zirvede, en özel okurlardan birisin. İyi ki varsın, iyi ki buralardasın çok teşekkürler🙏🏻 İncelemelerim kaydedilip Netflix dizisi gibi sezonluk okunabilir :)
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.