"Savulun bîçareler öteye / çün kaldı divan erteye."
Birçok hikayenin sonunda böyle söyleniyor. Zira güzeller güzeli Mâh-ı Şeker, gözü ile görmediği, kulağı ile aşık olduğu beyzadeye kavuşmak için akşamı bekler.
Lakin Mâh-ı Şeker evlidir. Kocası bir tacirdir. Ticaret gereği başka bir diyara gitmesi gerekince eşini tûtî kuşuna emanet eder. Tûtî kuşu da emanete sahip çıkmak adına ve Mâh-ı Şeker'in harama yönelmesine engel olmak için her akşam bir hikaye anlatmaya başlar. Mâh-ı Şeker hikayeleri dinlerken gün doğmuş olur ve kulağı ile aşık olduğu beyzadeye vuslatı ertesi akşama kalır. Ve kocası gelene kadar bu durum böyle sürüp gider.
Bu kitapta aslında Doğu coğrafyasında yaşayan insanlara özgü olarak aklın yanında sezgilerini kullanmalarına, rüyalara, olağanüstü hadiselere inanışlarına şahitlik ediyoruz. Anlatılan bazı hikayelerde ortaya konulan kıssadan hisselerin birçoğunu hâlâ kullanıyoruz. Yani yüzyıllar önce yazılmış ve anlatılmış olmasına rağmen bugün bile yol göstericiliğini koruyan bir eser.
Ve bu kitapta günümüz yaşantısı ile hiç örtüşmeyen bir mesele üzerine de düşünmemize neden oluyor. "...gözden evvel aşık olurmuş kulak uyarınca, kulaktan aşık olmuştu ( s.179)."Garip değil mi? Bir insanı, bir başka kişinin anlattıkları ile sevmek. Bir nevi bir hayale aşık olmak. Mümkün mü? Belki. Belki de değil. Bu soruya herhalde herkes farklı bir cevap verir. Ama bir gerçek var ki günümüzde her şeyin görüntüden oluştuğu bir dönemde üzerine düşünülmesi gereken bir mesele...